Başbakan Recep Tayyib Erdoğan, gurup toplantısında Raşit Galip’e verdi veriştirdi.
İslami kurallarda ölen bir yurtseverin arkasından konuşmak doğru değildir. Ama Sayın Erdoğan, bunların hiç birine aldırmaz işine gelince kural dinlemez.
Aleyhine atıp tuttuğu bu yüce insanı birde Kazım Özalp’in “Atatürk’ten anılar” adlı kitabından okuyalım. Kimmiş bu onur abidesi Raşit Galip görelim.
Çankaya sırtlarında oturan Ankaralılar şehre Reşit Galip Caddesi’nden (bugünkü Cinnah Caddesi) geçerek inerler.
Pek azı bu ismin kim olduğunu bilir. Bu bilinmezlikte belki Dr. Reşit Galip’in 41 yasında göçüp gitmesi rol oynamıştır,
belki de İnönü’yle yıldızının hiç barışmaması…
Rodos’ta doğan Reşit Galip ortaokulu bitirince kardeşiyle bir sandala binip Marmaris’e gelmiş.
Liseyi İzmir’de okumuşlar. Kardeşi Hüseyin Ragıp (Baydur) diplomatlığı seçip büyükelçilik yapmış.
Reşit Galip ise İstanbul Tıp’a gidip doktor olmuş. Öğrenciyken gönüllü olarak. 1. Dünya Savaşı’na katılmış. Kafkas Cephesi donuşu öğrenimini
tamamlayıp fakültede asistanlığa başlamış.
1923 Mart’ında, hekimlik yaptığı Mersin’e Mustafa Kemal Pasa geldiğinde Paşa’nın huzurunda konuşmuş ve gözlerine doğru bakarak şöyle demiş:
“Muhterem Gazi, sen yalnızca bu milletin bir kahramanı değilsin, sen bunlardan çok daha büyüksün. Sen bu milletin bir ferdisin.
Senin birinci büyüklüğün, bu milletin bir ferdi olmakla iktifa ve iftihar etmek ligindir.’
Herkesin yüceltme yarışına girdiği günlerde Gazi’yi ‘milletin bir ferdi’ sayan 30 yasındaki bu hatip, herkesin dikkatini çekmiş.
Tabii en çok da Gazi’nin… Kemal Pasa ona milletvekilliği önermiş ve Dr. Reşit Galip, Ocak 1925′te Meclis’e girmiş.
Bir sure İstiklal Mahkemesi üyeliği yapmış. CHP İdare Heyeti’nde görev almış. Türk Ocakları’nda, Halkevlerinde çalışmış.
Yine Atatürk’ün isteğiyle Serbest Fırka’ya girmiş. Ve Atatürk’ün sofrasına oturmuş. Onu bakanlığa taşıyan süreç de
o sofrada başlamış.
Bu sofra sahnesi pek çok tanığın anılarında vardır:
1931 sonbaharıydı. O geceki tartışma, Milli Eğitim Bakanı Esat Mehmet’in bir yakınmasıyla başladı.
Esat Mehmet, Atatürk’ün Harbiye’den ‘tabiye’ ogretmeni’ydi. Kazım Özalp’in ‘Atatürk’ten Anılar’ kitabında (T. Is Bankası Y., 1992, s. 48-49)
yazdığına göre konu, kız öğrencilerin kıyafetinden acildi.
Esat Mehmet, ‘kızların kısa etek, kısa çorap ve kısa kollu gömlek giymelerini uygun görmediğini’ belirtti. Bir tamim yayınlayıp daha kapalı
giyinmelerini isteyeceğini söyledi.
Bunun üzerine Reşit Galip söz aldı: “Yanlış düşünüyorsunuz beyefendi” dedi. “Bu bir geriliktir. Kadınlar eski durumda yasayamazlar.
İnkılaplardan en mühimi, kadınlara verilen haklardır. Başka turlu, Batılılaşmakta olduğumuzu iddia edemeyiz.’
Sofra gerildi. Gazi, vekilini zor durumda bırakan bu çıkıştan hoşlanmadı.
‘Bu konuyu uzatmayalım. Kısa çorap giyip giymemek çok önemli değildir, sonra tartışırız’ dedi.
Ama Reşit Galip alttan almadı.
“Af buyurunuz Paşam, bu, inkılâp ve zihniyet meselesidir! Müsaade buyurursanız fikrimizi söyleyelim. Hatta daha ileri giderek diyeceğim ki,
sizin huzurunuzda bu sofrada inkılâpları zedeleyecek icraattan bahsedilmesi küstahlıktır, hös görülemez.”
Reşit Galip’in tartışma yaratmasının özel bir nedeni vardı: Halkevi’nde sanatı yaygınlaştırmak için tiyatro çalışmaları yapıyor,
ancak sahneye çıkacak kadın oyuncu bulamıyorlardı. Buna gönüllü kadın öğretmenler için, Maarif Vekâleti’nden izin alamamışlardı.
Reşit Galip: ‘Bu kokuşmuş kafayla devlet yürümez’ diye kestirip attı.
Atatürk’ün kasları çatıldı. ‘Sözlerinizde müsamahalı, olculu olunuz’ diye çıkıştı.
Herkes yaklaşan fırtınayı hissetmişti. Ama Reşit Galip bulutların üstüne gitti. 57 yasındaki Milli Eğitim Bakanı’nı
işaret ederek dedi ki:
‘Devrimci devrimcidir. İnsanlar bir yastan sonra ister istemez tutucu olurlar. Meclis’te bunca genç, idealist,
bakanlık yapacak yetenekte insan varken, böyle yaslı kimseleri Milli Eğitim Bakanı yapmak hatadır.’
Atatürk yeniden uyarma gereği duydu: “‘Esat Bey yeteneklidir. Davamıza inanmıştır ve benim hocamdır. Beni okutmuş olması
sence bir değer taşımıyor mu?”
“Kusura bakma Paşam, taşımıyor! Okuttuklarının içinde sizin gibi bir devrimci cıkmış ama kim bilir nice tutucu da çıkmıştır.’
‘Sizi de eleştiririm!’
Bunun üzerine Gazi’nin Sabri tastı: ‘Bu sofrada hocama ve bir Milli Eğitim Bakanı’na hakaret etmenize müsaade edemem’ diye haşladı.
Ama Reşit Galip sineceği yerde hepten üste cıktı:
‘Devrimleri korumak için sizden müsaade istemiyorum. Hatayı yapan siz de olsanız, sizi de eleştiririm. Mesela Rose Noir’a verdiğiniz
15 bin liralık kredi mektubu da siz yaptınız diye hata olmaktan çıkmaz.’
İlk kez Atatürk’ün sofrasında Atatürk bu kadar sert eleştiriliyordu.
* (Reşit Galip’in sözünü ettiği Rose Noir, Beyoğlu’nda, Rus kari-kocanın islettiği bir barın adiydi. Atatürk bir gece oraya gitmiş,
mekânın sahibi Madam Sepya’dan ‘Is Bankası’ndan kredi alamıyoruz’ yakınmasını dinlemiş ve orada bir kâğıda İs Bankası Genel Müdürü’ne hitaben
‘yardımcı olunması’ isteğini yazmış, Rus cifte vermişti. Reşit Galip bu iltimas talebini eleştiriyordu.)
Atatürk bu kez kızmadı; ‘Yoruldunuz, buyurun biraz istirahat edin’ diyerek kibarca Reşit Galip’i sofradan kovdu.
Ama genç devrimcinin yılmaya niyeti yoktu. Yıllar yılı bir efsane gibi anlatılacak çıkısını o an yaptı:
‘Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Milletin islerini görüşüyoruz. Burada oturmak sizin kadar, benim de hakkimdir.’
Atatürk kendi fikirleriyle kendisini vuran bu genç adama baktı, sonra yanındakilere donup
‘Öyleyse biz kalkalım’ dedi. Sofradaki bütün heyet ayaklandı; Reşit Galip’i sofrada yapayalnız bırakıp cıktılar.
Bu müthiş sahnenin devamı daha da ibret vericidir:
Reşit Galip bütün geceyi Dolmabahçe Sarayı’nda pencere kenarındaki bir koltukta geçirir.
Atatürk uyandığında Genel Sekreteri’ne Reşit Galip’i sorar.
“Sabaha kadar bekledi, mahcubiyetini size iletmemizi istedi. Ankara’ya gidecek kadar borç para istedi. 25 lira verdik’ derler.
Atatürk:
‘Ankara’ya gidecek adama 25 lira mı verilir. Bari benim hesabımdan birkaç yüz lira verseydiniz’ der.
Sonra ‘Cebinde beş parası yok ama karakterinden hiç taviz vermiyor. Parası yok ama cesareti var’ diye ekler.
1932 sonbaharında Atatürk, Reşit Galip’in Ankara Radyosu’ndaki bir konuşmasını dinler;
‘Devrimleri her yerde, herkese karşı savunacağız. Gerekirse babamıza ve çocuklarımıza karsı bile’ demektedir.
Atatürk birkaç gün sonra kendisini yeniden sofraya davet eder. Hemen yanındaki sandalyeye buyur eder.
Onun yanına da, hocası Esat Mehmet’i oturtur. Ve orada yeni Milli Eğitim Bakanı’nın 39 yasındaki Reşit Galip olduğunu açıklar.
Rose Noir olayı mı? Onu da hatırlatalım: Is Bankası Genel Müdürü Muammer Eriş, Atatürk imzalı kâğıdı alınca
doğruca Dolmabahçe Sarayı’na gelmiş, Ata’nın ricacı olduğu krediyi vermeye kuralların uygun olmadığını bildirmiş,
talebi reddetmiştir.
Reşit Galip’in bakanlığı sadece 13 ay surdu. Bu sure içinde Darülfünun’dan üniversite reformunu başlattı. Öğretmenlere genel bütçeden
maaş ödenmesini sağladı.
Esi Zubeyre Hanım’ın deyimiyle ‘deli gibi çalışıyor’ ama Atatürk’e çıkışacak kadar ayarsız dili yüzünden her gün ise
cebinde istifa mektubuyla gidiyordu.
Aslında Atatürk’le araları iyiydi. O Gazi’ye ‘Paşam’, Gazi de ona ‘Doktor’ diye hitap ederdi.
Bir gün sofradan ayrılırken, Atatürk, ‘Seni eve ben bırakacağım’ demiş. Eve bırakınca o da saygıdan,
‘Ben de sizi uğurlayacağım Paşam’ karşılığını vermiş. Ama kendisinin arabası olmadığından yürüyerek uğurlamış.
O gece zatürree olmuş. Dinlenmesi tavsiye edilince 1933 Ekim’inde görevden ayrılmış.
1934 yazında Moda’daki bir deniz kazasında kızlarını kurtarmaya çalışırken akciğerlerini hepten üşütmüş.
Bir mucize eseri kurtulduğu bu kazadan sonra olumu bekleyerek, hastalığını takip etmeye başlamış.
Keçiören’deki bağ evinin kütüphanesine demir yatağını taşıtıp yedi ay kitaplar arasında yatmış. 1934′te, 41 yasında hayata veda etmiş.
Öldüğünde cebinde 5 lira parası varmış…
Reşit Galip gibi üstümüze düşen görevleri zamanında yapabilseydik bu günleri yaşamazdık. Onun gibi yürekli yurtsever milletvekillerine, insanlara o denli gereksinim var ki…
Her sabah okul öğrencilerini güne başlatan ‘Türküm doğruyum çalışkanım’ andının yazarı bu büyük insanı saygı ile anıyorum.
Değerli okuyucularım bu çağdışı Türk kelimesinden bu denli nefret edenlere karşı CHP den etkin bir muhalefet gördünüz mü? Yok, asla göremezsiniz bunların üzerine ölü toprağı serpilmiş sanki Bremen mızıkacıları gibi her kafadan bir ses çıkıyor.
Hele MHP ne dersin hanı derler ya, “çalım var gol yok” diye. Sayın Bahçeliyi dinleyince insanın yüreğine su serpiliyor. Ama icraata gelince ne yapıyorlar AKP sıkışınca yardımına koşuyorlar. Onlar mı? Hadi canım sende!
Belediye başkanımızdan çok önemli ricamız lütfen Aydınımızın önemli meydanına bu büyük yurtsever insanın bir büstünün yapılması.
Yurtsever büyük insan ben de Türküm, doğruyum..
Ne mutlu Türküm diyene.