Bir (1) numaralı “Bir Kıssa Bir Yorum” başlıklı yazımızda, “Nakatullah” kıssasının bütün zamanlar ve bütün mekânlar için çok önemli mesajlar taşıdığını kaydetmiştik. Hem ulusal, hem de küresel sosyo-ekonomik fonksiyonu bakımından üzerinde önemle durulması gereken benzer ayetler Beled Suresi’nde de mevcuttur.
Bu ayetlerde insanın önünde iki yol bulunduğu, bunlardan birinin zorluklarla dolu sarp bir yokuş olduğu söyleniyor. Sarp ve yokuş olan bu yolun dosdoğru yol olduğu, bu yolda yürüyenlerin de onurlu ve erdemli kişiler olacağı belirtiliyor. Bu yolun yolcuları topluma yararlı örnek insan modeli olarak gösteriliyor.
Ardından beşeriyetin bütün zamanlarda en önemli iki ihtiyacına atıf yapılıyor. Özgürlük ve ekmek. Zor ve sarp yolu tercih eden erdemlilerin özgürlük ve ekmek arayışındaki “insan” a yardım etmeleri gerektiğine vurgu yapılıyor.
Özgürlük kavram 13. Ayette Türkçe okumayla “Fekkû Ragabe” olarak ifade edilmiş. “Fek” kelimesinin çözmek, kurtarmak gibi anlamlara, “Ragabe” kelimesinin ise “boyun” anlamına geldiği biliniyor. İki kelimenin birlikte oluşturduğu mana çok anlamlı ve oldukça derin. “Esir bir boynu çözmek, esaretten kurtarmak”. Dilimizde bunu simgeleyen en keskin slogan “kölelere özgürlük” ya da “insan hakları” söylemleri olsa gerek.
Yukarıda dile getirdiğimiz mesajın üzerinden neredeyse binbeşyüz yıl geçti. Köleliğin kaldırılması yasalarından İnsan Hakları Sözleşmelerine kadar pek çok düzenleme yapıldı. Ama ne yazık ki insan hala özgürleşemedi. Bugün esir pazarında satılan veya gemilere doldurulup Afrika’dan okyanus ötelerine götürülen köleleri yahut da Kolezyum’da Roma egemenlerinin zevki için kanı akıtılan gladyatörleri görmüyoruz belki. Ama insanlar özgürdür de diyemiyoruz.
Âdemoğlu zaman içinde görünür zincirlerinden kurtuldu. Ancak geçmişte bir tek zincirin yaptıklarını günümüzde görünür-görünmez onlarca zincir yapıyor. Üstelik Ademoğlu bu zincirlerin farkında değil.
Bugün için “köleleri özgürlüklerine kavuşturmak ”tan söz ediyorsak kölelik kavramı iyi tahlil etmeli. Son devrin özgürlüğü yok eden maddî ve manevî “sömürü aygıtları” oldukça mutasyona uğradı. İnsanlığın boynuna geçirilmiş sosyal, siyasal, kültürel, etnik, dini, maddi, manevi ne kadar ilmek varsa hepsini tanımak zorundayız.
Birkaç teferruat.
Bu yılın nisan ayında Fransa Cochin Hastanesi acil şefi Prof. Jean-Paul Mira, Covid-19 aşısının önce Afrikalılar üzerinde denenmesini önermişti.
Daha bu ay içindeki futbol sahalarında yaşanan ırkçı (racisme) söylemler ortada. Futbolcuları renginden dolayı rencide için sahalara atılan muz kabukları henüz kurumadı.
Çok ciddi bir insanlık kitlesi rengi, ırkı, inancı hatta bölgesi yüzünden ötelenmekte. Ötekileştirilmekte, aşağılanmakta, horlanmakta. En temel insan hak ve özgürlüklerden mahrum olarak yaşamakta.
Küresel uyuşturucu baronları ilk mekteplerin önlerine, sekiz on yaş gruplarına kadar ulaşmış durumda. İnsanların ciddi bir bölümü uyuşturucu esaretinde.
Küresel silah imparatorluğu ürettiği ölüm makinalarını insanların kanı ve canı üzerinde denemekte. “Savaşın çocukları” insanca, özgürce ve tok yaşayabilecekleri güvenli bir vatan ümidiyle evlerini terk etmekte. En fazla nüfusa sahip ülke “göçmenler ülkesi”. Ama onlar için bir “yurt” yok.
İnsan hak ve hürriyetlerinin teminatı olan “adalet” i sağlamak üzere organize olması gereken “devlet aygıtı”, çoğu coğrafyada baskı, sindirme, sömürü hatta yok etme aygıtı haline gelmiş. Kuzey Kore’den İngiltere’ye sözde herkes eşitlik, özgürlük ve adaletten yana. Ancak netice hiç de öyle değil.
Ne yazık ki ağacı kesen baltanın sapı aynı ağaçtan. Her devirde, insanların bir kısmını ayakları altında görmek için, bir kısmını başı üstünde taşıyacak birileri mutlaka bulunur. Hegemonlar bu düşük karakteri çok iyi tanıdıklarından baskı, zulüm, sömürü düzeni kolayca kurulup, kolayca işletiliyor.
Ten rengi ve yaşadığı coğrafya ne olursa olsun insanlığın kahir ekseriyeti kendilerini özgür zannetseler de özgür değiller. Özgür gibi görülen Hegemonlar dahi hedonizm, narsizm, nepotizm ve benzeri daha birçok psikososyal semptomların esiri.
Ayetlerde söz edilen erdemli yolun onurlu yolcularına insanı özgürleştirme emrinin hemen ardından yüklenen çok önemli ikinci bir görev daha var:
“salgın bir açlık (yevmin zî mesGabeh) gününde aç bir karnı doyurmak”.
Bu mevzuda birkaç cümle söylemeden çok önemli gördüğüm bir hususu aktarmak istiyorum. Dikkat edilirse ayetlerde ne özgürlüğe kavuşturulacak kimsenin ne de “aç”ın kimlik ve kişiliğine bakılmıyor. Dini, ırkı, cinsiyeti, düşüncesi, yaşadığı coğrafya ne olursa olsun özgürlük ve ekmeğin muhatabı insan. Başka bir vasıf aranmıyor. İnsan olsun yeter. Ekmek ve özgürlük her insanın yaşamak için en başta gelen ortak ihtiyacı. Ve her insan yaşamak hakkına sahip.
Kültürümüz bu ilkeyi “mazluma dini sorulmaz” ifadesiyle sembolleştirmiştir. ”
Ayet, aynı zamanda “salgın bir açlık gününde” diyerek “küresel açlığı” tanımlamış bulunuyor.
Ayette kullanılan “Salgın bir açlık günü” ifadesi manidar bir ifade. Şundan ki, halen güncelliğini koruyor. Birleşmiş Milletler 2018 raporuna göre 822 milyon kişi açlık sınırının altında yaşıyor. Dünya genelinde 151 milyon insan açlık nedeniyle ya ölüyor ya hastalanıyor. Bunlar kayıtlara geçen “süzülmüş ve kontrollü” rakamlar. Tahmin ederesiniz ki gerçek rakamlar bunların çok üstünde.
İnsanın özgürlüğünü gasp eden Hegemonik yapı özgürlüğü ile birlikte ekmeğine de el koymuş. Adaletin gelir dağılımı kolu da işlemiyor. En canlı örnek Afrika. Yer altı ve yer üstü zenginliklerinin en bol olduğu kıta, Afrika, aç insanlar diyarı. Afrika’nın kanını emenler utanmadan bir de “kara kıta” yaftasıyla aşağılamışlar.
İhtilal öncesi Fransa kraliçesi Marie Antoniette “halk ekmek bulamıyor” denilince , “o zaman pasta yesinler” demiş. Hegemonik zihniyette değişen bir şey olmayınca yoksulluk ve açlık cephesinde de değişiklik olmadı.
Özgürlük ve açlık sorunu bireysel olmaktan çıkıp küresel bir boyuta ulaşmış durumda.
Acı olan bir şey daha var.
Bu mesaj yaklaşık binbeşyüz yıl önce bütün dünyaya Orta Doğudan yayıldı. Ne yazık ki bu mesaja ilk muhatap olan coğrafya ve ilk muhatapları bugün itibariyle utanç içinde olmalılar.
Bu konularda ciltler ebadında kitaplar yazılsa söylenecekler asla bitmez. Bizimki birazcık içimizi dökmek.
İnsanlığın sorunlarını bilip söylemekten öte elimizden gelen başkaca bir şey yok. Üzüntümüz de bundan. Yazımızı bir şairden aktardığımız şu beyit ile bitirelim:
“Allah’ın on pulunu bekleyedursun on kul,
Bir kişiye dokuz, dokuz kişiye bir pul.”
Açlığın kovulduğu özgür bir dünya dileğiyle.