Bir gönül ve fikir adamı Mehmet Çınarlı;
“Konuşsam yasaklandı, sussam günah sayıldı.”
Yunus Emre de;
“Âşık Yunus sana söyleme derler,
Ya ben öleyim mi, söylemeyeyim de” demiş…
İçinde her gün yaşadığımız, karşı karşıya olduğumuz hepimizin içini kanatan, vicdanını sızlatan toplum gerçeklerini yazmayayım da ne yapayım?
Bu can bu bedende oldukca... Okurlarımdan aldığım destek sürdükçe yazacağım…
En kıymetli varlığımız, insan kaynakları sermayemiz, gençliğin kayıp bir neslin nasıl yok edilişine dayanamayan, feryat eden hatta itiraz eden bir babanın yürek sızlatan acı hikâyesini anlatacağım. Baba-oğul, kuşaklar arası iletişim sorunları yaşanmış somut bir olayın yürek burkan öyküsü bu!
“Kaç sefer söyledim, laf söz dinlemedi, başına buyruk burnunun doğrultusunda hareket etti. Bir değil, iki değil bu kaçıncı yediği halt! Yetiversin gari!..” diye feryat eden bir babanın öyküsü bu!
“Okusun diye dişimizden tırnağımızdan tasarruf edip uzak diyara gönderdiğimiz oğlumuz, bir arkadaş grubuna takılır olmuş. Nasıl arkadaşlara uyduysa sigaraya, içkiye bulaşmış. Derdim, ıstırabım bir hançer gibi bağrıma saplanmış duruyor. Bu derdi tam altı senedir çekiyorum, dört yıllık okul altı yıldır bitmedi. Herkesin evladı okulunu bitirip, eline mesleğini alırken bizim ki bu sene de mezun olamazsa okuldan atılacakmış” diyerek oğlunun düştüğü duruma kahrolan bir babanın öyküsü bu!
“Ben bunu hiç böyle olsun diye yetiştirmemiştim. Ne ben ne anası olarak içki, sigara nedir bilmeyiz. Şimdi de duyuyoruz günümüz gençlerinde bir moda akım olmuş. “Deizm, ateizm” hastalığı sarmış gençlere. Ne kadar “izm” varsa hepsini Allah belasını versin” diyerek gençliğin içine düştüğü durumu özetleyen bir babanın öyküsü bu!
Bir babanın feryadını dinlerken, kendi gençliğimizi aklıma düştü. İster 68 kuşağı, ister 78 kuşağı adını ne dersen de hepimiz bir idealin peşindeydik. Vatan dedik, millet dedik, bayrak dedik. O an vatana, millete ve bayrağa adanmış mücadele adamları birer birer filim şeridi gibi geçti gözlerimin önünden. İnandığı değerler uğruna gençliğinin bir bölümünü zindanlarda geçiren Mamak Cezaevi’nin soğuk duvarlarına bakarak “üşüyorum” şiirini kaleme alan rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nu düşündüm. Düşündüm, bu topraklar uğruna her gün toprağa düşen aziz şehitlerimizi düşündüm. Kendi kendime “Nereden nereye...” diye mırıldandım.
Evet, Üstat Necip Fazıl’ın “Gençliğe Hitabe”sinde, muhteşem bir şekilde tarif ettiği gençliği özlüyoruz. “Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik… Zaman bendedir ve mekân bana emanettir şuurunda bir gençlik!”
Evet, bu büyük emaneti omuzlayacak bilgi, beceri, şuur ve inanca sahip bir gençlik yetiştirmemiz gerekiyor. Ülkemizin enerjik ve dinamik kesimini oluşturan gençlerimizi, iyi bir donanıma sahip olacak şekilde yetiştirebiliyor muyuz?
Üstat Necip Fazıl’ın “bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik” vurgusuyla başlayan bu meşhur hitabesinde “zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin” bir gençlik yetiştirebiliyor muyuz?
Bu soruya iç rahatlığıyla olumlu cevap vermek isterdim… Ama bir babanın feryadı içimi kararttı ancak umudumu kaybetmedim. Şunu hemen belirteyim ki, gençlerle ilgili olarak iyimserim. Umudumuz, geleceğimiz olan gençlerimize güveniyorum. Bir babanın feryadındaki gençlerimizi görünce üzülüyorum. Onların da bir gün ama mutlaka özüne döneceklerine inanıyorum.
Tekrar ediyorum; “Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik.” İşte ben “zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin” gençliğe güveniyorum. Allah mahçup etmesin!
Kalın sağlıcakla...