2006 yılında emekliliğimin ardından biricik kızımı, görmeye ve dünyaya gelecek olan torunumu kucaklamak için Dallas’a gitmeye karar verdim..
Adnan Menderes Hava limanından Frankfurt’a uçtuktan sonra bir tiyatro salonunu alacak sayıdaki yolcu kapasitesindeki Dallas varışlı uçağa bindim..İlk kez bu kadar uzun bir yolculuk yapıyordum..Büyük bir uçağa biniyordum..
Müthiş heyecanlı idim..Atlas okyanusunu aşarken heyecanım yerini endişeye bırakmıştı..Seyahatim boyunca bir kitabı okumayı bitirmiştim..Açık bir havada pencere kenarında oturuyordum..Aşağıda Görnland adasını görebiliyordum..Hayretle etrafıma bakınıyordum..Uçakta her milletten insanlar vardı..Sarilerini giymiş Hintli kadınlar, kafasında sarıklarıyla Hintli Racalar çok dikkatimi çekmişti..Ayrıca İngilizler, Almanlar, İtalyan ve Afrikalı yolcular vardı...Çeşitli milletten insanlar yeni dünyaya uçuyorlardı..
15 saatlik bir uçuştan sonra Dallas semalarına vardığımızda aşağıda gördüğüm manzara beni hayrete düşürdü..Yeni kıtada suni göller, siteler, ormanlar düzenli parselasyonlu tarım arazileri vardı..Gördüğüm düzen ve intizam benim kendime soru sormayı oluşturdu. Her zaman dilimizden düşürmediğimiz yüzde 99’u Türk ve Müslüman olan canım ülkemde neden bu düzen ve güzelliği sağlayamamıştık ta Dallas kentindeki 57 farklı ulus bunu sağlamıştı..
Dallas’a geldiğimde günlük yaşamın içerisindeki her uygulama beni hayrete düşürdü. Bu göçmenler topluluğunun çalışkanlığı, disiplini, yurttaşlık bilinci ilgi çekiciydi..Bu insan mozağiyi hep birlikte birbirine saygılı yaşıyordu..Ekonomi, vahşi kapitalizm kuralları koymuştu..Piyasada bir sent bile geçerli idi..Konutlar açık artırma ile hukukçu nezaretinde alınıp satılıyordu.. Kentte her şey anormal büyüklükteydi..Binalar, ev eşyaları, yiyecekler çok büyüktü..Kendimi Gülliver devler ülkesindeki Gülliver gibi hissettim. Kaldığım sürede kızımla hasret giderip torunumu da kucakladıktan sonra dönüş yolculuğum başlamıştı..