Bayram duygularım/mezarlıkta

Şerif KUTLUDAĞ

Kurban Bayramının 4. Gününde Denizli’deyim.

Sabah namazının ardından günün ilk saatlerinde Denizli Asri Mezarlık’tayım. Babamın, amcamın, kayın pederimin, kayın validemin mezarları başında duadayım. Nazilli’de medfun bulunan anneciğime, dayıma, yengeme, Güney’deki aile büyüklerimize dualar gönderiyorum.

Mezarlık içerindeki şehitliklerdeyim. Gelincik tarlasını andıran ay yıldızlı al bayrakların şehit mezarları başında bitmeyen nöbetlerinin duygularındayım…

Bu duygularla yürüyorum. Mezarlık kurulduğunda mezarlık içindeki ana cadde kenarından ayrılmış sonra da gömülerle dolmuş mezarların taşlarında Denizli’nin önde gelen ailelerinin isimlerini okuyorum…

Mezarlığın belli bir bölümünü çiçek bahçesi eylemiş bahçıvanların bahçe sulayışlarını izliyorum.

Fıskiyelerden fışkıran suların çimenlikte oluşturduğu su birikintilerinde serçelerin sabah banyosuyla suyun tadını çıkarışlarını seyrediyorum…

Ve bu duygulanmalar içerisinde zihnimden “Toprak işleyenin, su kullananın!” sözleri gelip geçiyor…

Cami şadırvanının yanına banka oturuyorum. Çantamdan çıkardığım Kâğıtla kalemin sabah buluşmasıyla başladıkları yazma eyleminin duygu akışına kendimi bırakıyorum… İşte kalemle kâğıdın paylaştıkları duygular değerli okurlarım:

Toprak işleyenin… Su kullananın… Hava soluyanın… Ateş yönetenin…

“Mülk Allah’ın”sa vahye inananlar için; ya da doğanın kendisini kabul edenler için: Ne fark eder ki sonuçta hepimiz üzerinde birer konuk; bazen cenin, bazen bebek, belki ergen; ha elli yaşım, ha yüz elli yaşım!..

Her göz açıp kapayanda, gelen de var âleme, giden de var değil mi?..

İnsanız ya!.., Eşref-i mahlukatız ya!.. Bilgiyi topluyor, biriktiriyor, çarpıyor, çıkarıyor, bölüyoruz ya!.. Sonra da alet edevat yapıp kendimizi akıllı sayıyoruz ya!..

Oysa, dünya bir oyun sahnesi değil mi? Bizler de birer oyuncu değil miyiz bu sahnede? Senaryoyu ha âlemi Var Eden yazmış, ha doğanın kendisi!

Aklımız erdikçe keşfetmede değil miyiz âlemin sırlarını! Keşfettikçe; “Ben ne kadar güzelim!” diye kabaran; çıplak/çirkin ayakları aklına geldikçe de çığlıklar atan tavus kuşu misali cahilliğimizle/âcizliğimizle yüzleştiğimizde basmıyor muyuz feryâdı!..

Âh, akılsız başım!..

Nasıl da ölümsüzlüğe kurguluyoruz kendimizi… “Bunları ben kazandım! Ben ne kadar çok bilgiliyim ve ne kadar çok önemliyim!.. Ben olmasam batarız. Ben olmasam kıyametler kopar. Ben yok olursam batsın bu dünya!.. Ben… Ben… Ben…”

Oysa, “İki kapılı han” misali dünya misafirhanesine gelen de ben, giden de ben; Bezm-i elestte başlayıp mahşere varacak yolculukta…

Ha bir güz gülü, ha bir ezan çiçeği; ha bir kırda gelincik, ha tenhalardaki gülhatmi…

Şâir diyor ya; “Öleceğiz ne çâre!” Kimine göre son, kimine yeni hayat!.. İster yas tut kendine, istersen hazırlık yap; çare yok sonunda kavuşulacak Sevgili’ye…

Dün geçti, yarın muhâl; şimdi gerçek:

Selam vereceksek de şimdi, tebessüm edeceksek de şimdi… “Yarın veririm!” mi dediniz… “Kıyamet kopuyor olsa da fidan dik!” demiyor mu kutlu buyruk!.. Selam da fidan, tebessüm de… “Hayır dile komşuna, hayır gelsin başına!” misali…

Ey yârenler!.. Toprak işleyenin… Su kullananın… Hava soluyanın… Çiçek koklayanın… Ateş yönetenin demiştik ya söze başlarken…

Ha kırk köyün ağası, ha ağanın marabası; ha villanın sahibi, ha villanın bekçisi… Toprağı kim işliyorsa toprak işleyene gülümser… Suyu kim toprakla buluşturuyorsa su onun gönlüne ferahlık verir… Fesleğeni kim okşuyorsa fesleğen ona teşekkür eder anında kokusuyla…

Dağları yapamazken, taşıyamazken bir yere, sevebilirsin gönlünce hele bir Karacaoğlan’a kulak ver…Başın taştan taşa urup gezer âvâre su”lar da derdini anlamak için hele Yunus’tan dinleyiver “Dertli Dolap” gönüllemesini

Bunca söz niye mi kardeş!..

Beynine yüklenen bilgileri koy bir yana! Ruhuna zerkedilen dünyalık sevileri de koy bir yana!

Ve kendin ol!.. Rahatla… “Hoşça bak zâtına/kendine!” Galib misali…

Bu âlemde sen de varsın: Bir karınca, bir balık, bir kuş misali… Bir gelincik, bir fesleğen, bir çınar misali…

Sen olduğun için değerli bu âlemde ne varsa… “Merdüm-i dide-i ekvansın/Âlemn gözbebeği”sin bu âlemde …

Sonra her şeyin üzerimizdeki elbiseler misali olduğunu görecek sevdiklerimiz biz giderken ‘yolcu yolunda gerek’ diyerek…

Âlemin özetini okuyacaklar bir “Orda bir köy var gitsek de gitmesek de!” denilen bir yerlerde bir köyün musalla taşında:

“Ana rahminden geldim pazara

Bir kefen aldım döndüm mezara!..”

Gerçek bu da biz dünyada gerçeğini yaşıyoruz ya… O halde yine de dünyaya dair bir sözle noktalayalım duygularımızı:

GÜLDÜR GÜL

Seyrimde bir şehre vardım
Gördüm sarayı güldür gül
Sultanının tâcı tahtı
Bağı duvarı güldür gül

Gül alırlar gül satarlar
Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Çarşı pazar güldür gül

Toprağı güldür, taşı gül
Kurusu güldür, yaşı gül
Has bahçenin içinde
Servi çınarı güldür gül

Al gül ile kırmızı gül
Çift yetişmiş bin bahçede
Bakışırlar hâre karşı
Hârı ezharı güldür gül

Ümmi Sinan gel vasfeyle
Gül ile bülbül derdini
Yine bu garip bülbülün
Ah u figanı güldür gül

GÜL/AYDIN Sevgilerimle…

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.