Bayramı dörgözle bekleyen çocuklardık biz. Ulusal Bayramlar yanında yöremize özgü, Ramazan ve Kurban Bayramlarının ikinci günü Gencer adı verilen, panayır havasındaki eğlenceyi beklemekle geçerdi aylar, haftalar. Tek beklentimiz ya da kolayca kandırıldığımız hediye gencere gidebilmekti…
Bayramlık yepyeni bir elbise ya da ayakkabıya sarılıp da yatmanın değerini bilen varmıdır bu nesilde? Bayramlarda ilk kez yamalıksız elbise, tamir edilmemiş ayakkabı giyme mutluluğunu yaşardık. Bir giydiğimizi bir daha giymemek ne haddimize! Koşuşturan hareketli çocuklardık biz. Sokakta, yolda oynamaktan eve girmezdik. Taa ki, babalarımızın o sert ve davudi sesini duyana dek… İki dizimizde, iki kıçımızda kocaman yamalıklar olurdu. Ben ilkokulu tek önlük ile bitirdim. Beş yılda ben mi büyümedim, yoksa önlük mü çok büyüktü de anlayamadım. Sadece siyahlıktan kırçıllaşmış, adeta beyaza dönüşmüştü. Kıyafetlerimiz bile abiden, abladan, büyükten küçük kardeşe kaldığı günlerdi o günler. Sökülenin atılmayıp dikildiği, eskiyenin yamalarla kullanıldığı bir dönem… Analarımızın yamalık bohçası olurdu. Her çeşit bez parçası, düğmeler bu bohçada saklanır, bazen üç-beş kadın toplanır, şimdilerde gün yapılır gibi yamalık günleri olurdu. Allı güllü parçalarla, iğneler, iplikler bir yanda;
“Ayol! Bu parça benim kızın şalvarına uyuyor.”
“Şu çoraptan paşparmak çıkıveriyor, şurasını yamayayım.”
“Bu yama tam da buna uydu ya gııı!”
yamalık gününde oğlanlar koştururken kızlar oturtulur, analarını izlerlerdi.
Bir torba bozuk paramız var iken, para bozdurayım diyen bir büyüğümüz tarafından tek bir kağıt banknota dönüştürülmesinin yasını da tutardık arada bir. Bayram gencerinde Helvacı Musdafendi’nin dükkanından çeyrek ekmek ile helva ya da Hasan Muştucu’dan pide yemenin özlemini yaşardık. Gencerde oğlanlar, mantar tabanca, düdükler, arabalar alırlar, kızlar ise, oyuncak bebelere sarılırlar, annelik provasına başlarlardı adeta.
Nişanlılar belki de ilk kez gencerde yanyana, utangaçça dolaşmanın mutluluğunu tadarlardı. Bir yandan gençler, tamahımız, sevdamız dedikleri sevdiklerinin ardına takılırlar, yandan, karşıdan takip ederler, sevgilerini yansıtmaya çalışırlardı.
İnek peşinde koştururken, kitabımız torbamızda olurdu. Yemyeşil bir dere kıyısında bohça açıp ekmek, çökelek yerken, berrakça akan dereden, İnsan, hayvan birlikte, bizim Kadifekız ve tosunu ile yanyana uzanıp da az mı su içtik?
Okul dediğin 3 km koşup, iki dere aşıp da ulaşabildiğin bir yerde. Akşamları gaz lambasının önünde uzanıp da ödev yaptık, kitap okuduk. Öğleyin evden götürdüğümüz dürmeçleri, okula bitişik kayaların üzerinde yerdik ki nimettir yere saçılmasın, üzerine basılmasın. Kayaya konan kuşlar temizlesin, onların da karnı doysun diye öğütlenirdik.
Bizim kargıdan atlarımız, telden arabalarımız vardı, telden direksiyonu ve de vitesi. Üstelik çok mutluyduk, hem de çok… Her yaz tatili camiye giderdik, ya da elde namaz hocası kitapları ile hem de cıvıl cıvıldık… Kindarlık filan denilmezdi. Dindardı çevremiz, dincilik, göstermelik ibadetçiler türememişti henüz. Dine, mezhebe, konu, komşuya saygılıydık. Bizler, büyüklerimizi karşılamayı, dediklerini yapmayı bir görev bilirdik.
Köyümüzde birkaç ailede radyo olurdu. Akşam saat yedi oldu mu ajans diyerek haberleri dinlemek için toplanılırdı. Önceleri radyosu olanların kocaman pilleri, evin üzerinde tellerden oluşan radyo antenleri, bir ucu toprağa sokulmuş düzeneklerden oluşurdu. Sonra ceplere girdi radyolar. Televizyon yoktu. Program başına 15 bin dolar alıp da Hz. Muhammed'in tek odalı evde yaşadığını söyleyip, fakirliği öven, İnsanların beynini uyuşturup da havuzlu villasına dönenler de yoktu henüz…
Kurtuluş Savaşının, İstiklal Marşının, Bayrağın, Cumhuriyetin değerini bilen bir neslin evlatlarıyız biz. Milli Bayramlar özlemle beklenirdi. Polisler, çelenk konulmasın diyerek anıt beklemezdi. Böylesi akla hayale gelmezdi bile. Kestirmeden, göstermelik kutlanmazdı bayramlar. Büyüklerimiz de bayramlara gelmek için can atarlar heyecan duyarlardı. O gün bizler okulda yamalı elbiselerimizi ilk kez giymezdik.
Anamız, babamız 24 m2’lik bir kıl çadırdan ya da toprak damlı evden gelin-güvey olarak çıkmışlardı. Ana-baba ve çocuklar yazları üzüm bağımızdaki tek odaya sığardık. Üstelik yemek o odada yapılır, oturulur, yatılır, üstelik bir de misafir ağırlanırdı. Şimdi artık 4 odalı evlere karı-koca sığamaz olduk.
Biz doğduğumuz ve yaşadığımız yeri de hiç unutmadık ki!
Oysa kocaman ve geniş yüreklerimiz vardı bizim.
Gönül darlığı yaşıyoruz dostlar gönül darlığı…
Küçük şeylerle mutlu olan, bayramları dört gözle bekleyen
Yine de iyi çocuklardık biz…
Mutlu Bayramlar!