Bir atasözünü anlamak için o atasözünün içindeki sözcükleri yeterince bilmek yeterlidir. ”Ak akça kara gün içindir” atasözünü yorumlayacak kişinin sadece ‘akça’ ve ‘kara gün’ sözcüklerini bilmesi gerektirir.
Bu düz mantıkla deyimleri anlamak olası değildir; deyimleri kavramak çok yönlü genel kültür ( dil, coğrafya ve hatta tarih ) birikimi gerektirebilir.
“Fizan’a kadar yolun var” deyimini anlayabilmek coğrafya bilgisinin yanında tarih bilgisi gerekir. Fizan / Fezzan, Libya’nın güneyindeki tipik bir çöl olan kuş uçmaz kervan geçmeyen bölgenin adıdır. Osmanlı döneminde şu ya da bu nedenle buraya yolu düşen her canlının susuzluktan bağıra bağıra öldüğü hafızalardan silinmiş değildir.
Padişah tarafından buraya sürgün edilmektense İstanbul’da bir kavak ağacının dalına bağlı yağlı ipte birkaç dakika içinde can vermek tercih edilirdi.
Geçelim konumuza; sözcüklerin kaderi insanlara benzer; doğar, büyür dilden düşer ve kaybolup giderler. Kaybolup giden sözcüklerden biri de “Apar topar” deyiminde geçen ‘apar/mak’ olmalı. Aslında bu sözcük ‘alıp var’ sözcüğünün bozulmuş biçimidir, alıp götürmek, ortadan kaldırmak, varken birden yok oluvermek anlamlarında kullanılırdı.
Ayrıca “Apar” Orhun Yazıtları’nda “boy, soy” adı olarak pek çok defa geçtiği anımsanmalıdır.
Gelelim ‘topar’ sözcüğüne: Göktürkler döneminde Çin’in kuzey bölgesine (Çincede) “Tawgaç / Tuòbá / Tuòbá” denir ve Eski Türkçede “Tabgaçlar ,Tabgac, Topar/lar” şekillerinde kullanılırdı.
Kavimler göçü sonucu Avrupa içlerinde Attila’nın komutasında “Avrupa Hun Devleti” kuruldu.(375). Avrupa’yı dize getiren bu karşı konulmaz güç Avrupa’yı doksan sekiz yıl yönettiği günümüz Avrupalıların hafızalarından silinmiş değildir.
Attila’ya kötücül bir unvan bulamayan Avrupalılar başa çıkamadıkları bu görkemli komutana ancak (Latince) “Flagellum Dei” (Tanrının kılıcı) diyebildiler.
Atilla’nın değişik kadınlardan doğma, birbirini tanımayan çok sayıda oğlu vardı. Buna rağmen Hildico (Bazı kaynaklara göre ‘Hildegard’) adlı kızla gerdeğe girer. O günün Roma gerdek geleneklerine göre bal içerikli yiyecek ve içecek yenilip içilir. (Anımsatma: Günümüzde kullandığımız ‘balayı’ sözcüğü buradan gelir)
Ne var ki, aşırı bal tüketmesi yüce komutanın kalp krizinden ölmesine neden olur.(469) Oğullarından en güçlü olanları arasında ( İlek, Dengizik ve İrnek) amansız kardeş kavgaları başlar.
Sonuç kaçınılmazdır; Avrupa Hun Devleti kardeş savaşları nedeniyle yıkılır, ordu Avrupa içlerinde yerli halka karışır gider. (Anımsatma: Macaristan’ın İngilizce yazımındaki ’Hun-gary’ sözcüğündeki ‘Hun’ kökeni o günlerden kalan silinmez bir izdir)
Bir grup ise geldikleri yere, yani Güney Çin’e dönerek Tapor (Çincede ‘T’o-pa/ Tapgaç) devletini (572) kurdular ama yeni kurulan bu devlet ancak dokuz yıl ayakta kalabildi. 581 yılında Toparlar Çinlilere karışarak yok olup gittiler.
Özcesi, Avrupa Hun Devleti kardeş kavgaları yüzünden , Tapo / Tapolar devleti ise Çinliler tarafından (ortadan kaldırıldı) aparıldı.
Bu talihsiz olay, Orhun Yazıtlarında “Tabgaç sudun kabigli guri oglı kul boldu, silik kız oglı küng boldı” (Beylik erkek çocukları Çinlilere köle, el değmemiş kız çocukları köle oldu) şeklinde anlatılır.
İşte o günden bu yana plansız, programsız, aceleyle yapılan bir işi anlatmak için “Apar topar” deyimini kullanırız.
Tarihte apar topar devletler bile gider de, sevgili gitmez mi?
sen de gittin
Orhan veli gökyüzünü boyamaya gitti ama gelmedi
büyük menderes küçük menderes’e “bak küçüğüm
bir zamanlar ağabeylerinizi bu darağacında astılar”
dedi ve küçükler darağacına minik gözleriyle bakarak
büyükler adına akıl kilisesinde günah çıkarmaya gittiler
bir akşam üstü gökyüzü boz bulanık kızıla dönmüşken
üstelik can yakan dil işlek, söz akıcı, ten oynakken
sen de gittin
sen de…
***
Yeğenler, avukatların cübbesindeki düğmeyi sökmeye
çocuk ölülerin yüzlerindeki kanı silmeye gitti kuzenler
ninem türkçe başladığı bir türküyü rumca bitirmeye
anadolu’da en son ipe çekilen güzelim karamancayı
kurtarmaya gidenler belli ki bir daha geri gelmeyecekler
sirenli bir bağdat gecesinden şimdi geldim, yorgunum
üstelik gökyüzü tam da sevdiğin renge bürünmüşken
sen de gittin
sen de…
***
Aslında sahibi çıkmadığından meydanda kalan bir şiirdim
meydanlar benden korkuyordu, ben sahipsizliğimden
rüyamda annem buğday seçiyordu kucağında bakır tepsi
tam da izmir’in kavaklarından mardin kapısı’na yol olmuşken
üstelik yazılası gelmiş şiir gibi ege denilen yeniyetme bir kız
umarsızca akdeniz’in koynuna şöyle, hafiften sokulmuşken
elinde tıkış tıkış nerede patlayacağı belli olmayan bir valiz
sen de gittin
sen de…
(Berfin-Bahar/İst.sayı: 271)