Değerli okuyucular bu yazımı daha önceleri yayınlamıştım ama anamın aziz hatırasına olan saygım nedeni ile bu analar gününde de hoş görüşünüze sığınarak tekrar yayınlamak istedim.
Anam acılar içinde on çocuk dünyaya getirmiş. O günün şartlarında bu çocukları büyütmek için yoğun çaba göstermiş. Yoksulluğun ülkeyi bir uçtan bir uca sardığı, çetin doğa şartlarına karşı verilen mücadeleden ve amansız hastalıklardan kardeşlerimden dördü erken yaşta ölmüş. Anam bunların arkasından çok ağlamış üzülmüş. Bazı iş yaparken ölen çocuklarına ağıt yakar ve ağladığına çok tanık oldum.
Sabahleyin çok erken kalkar tandırı yakar mutlaka bir tarhana çorbası yapar sofrayı hazırlar ilk önce çocuklarının yemesini bekler sonrada kendisi yerdi. Hele ırgatlık zamanı sabah ezanda kalkar herkesi de kaldırır ekin biçmeye gidilirdi. Tabi kendisi orağı ile tarlanın başında hazır olurdu. Sırtında doğru dürüst giyeceği ayağında da genelde ayakkabısı yoktu. Akşam tarladan gelince mutlaka yine tandırı yakar gece yarılarına kadar yufka yapardı. Ekin biçme ve harman zamanında yani yaz aylarında anamın nerdeyse iki saat uykusu yoktu. Ben anamın bulaşık yıkarken uyuduğunu çok gördüm.
Ben Fakülteye gittiğimde sene 1965 bana rahmetli anam sormuştu. “Memed fakülteyi bitirince ne olacağın” diye. Ben de “ana ben arkeolog olacağım” dedim. “Tövbe de oğlum Allah göstermesin alkolik olmak için mi okuyorsun.” Yok, ana senin anladığın anlamda değil diye nerdeyse bir saat anama arkeolojiyi anlattım.
Ben fakülteyi bitirince nerdeyse iki keçisinin birini kurban kesmiş oğlum yüksek mektebi bitirdi diye.
1975 yılında Antalya Side Müzesi’nden Söke Milet Müzesine
Atandım. Müzede Söke’nin bir köyünden bir bekçim vardı. Onun annesi ara sıra oğlunu görmeye gelirdi. Geldiği zaman çok perişan bir görünümü vardı. Üzerinde doğru dürüst giyeceği ve ayağında ayakkabısı yoktu. Onu görünce benim zavallı anam gözümün önüne gelirdi. Söke’den basma, pazen ve ayakkabı alır hanıma rica eder hanımda elbise diker giydirirdi. Onu öyle giydirip kuşatınca sanki anamı giydirmiş gibi mutlu olurdum.
1978 yılında büyük insan rahmeti Ahmet Taner Kışlalı kültür Bakanı iken benimle bizzat görüşerek Aydın ilimize Kültür müdürü olarak atadı. O zamanlarda eşim çalıştığı ve çocuklarımda küçük olduğu için köyde bulunan kardeşime anamı getirmesine çocuklara bakmasını istedim. Kardeşimde alıp gelmiş. Evi bilmediklerinden sorarak Kültür müdürlüğüne gelmişler. Sabah ben daireye varınca anamı benim dairemde namaz kılarken gördüm. Namazdan sonra mübarek elini öptüm. Kucaklaştık hal hatır sordum. Ana bir çay içer misin diye çay söyledim. Anamla hasret giderdik. Kütüphane ve kültür müdürlüğünde çalışan bayan memur ve kütüphaneci öğretmenler hanımlar benim odama bir bahane ile gelip ya bir evrak imzalatıyor veya bir şey soruyorlardı. Tabi gelenler kaşlarının altından anama bakmayı da ihmal etmiyorlardı. Ben hemen konuyu anladım. Benim odama o zamana kadar girmeyen anam gelince giren bayan memur ve kütüphaneci öğretmenleri makamıma çağırdım. Hepsi geldiler.
Ben, “hoca hanımlar bu zamana kadar odama girmeyenler bakıyorum arka arkaya odama doldunuz. Ve göz ucuyla da anamı süzdünüz. Bakınız bu anamın pazenden kendisinin dikip giydiği entarisi ve donu, şu kendi örüp giydiği kazağı, şu tülbent, şu ayağındaki mesi ve lastiği, şu da bıçağının kaybolmaması için ördüğü bıçak ipi. Bakın anamın eli yüzü nur içinde. Anam benim gibi bir oğlan doğurmuş sizin başınıza müdür yapmış. Bundan daha iyi ana olur mu? Her bölgenin giysisi ve havası ayrı ayrıdır. Nasıl ki Erzurum’un barı ile Aydın zeybeği oynanmazsa giysilerde ayrıdır. Çıkın dışarı herkes işinin başına” diye bunlara bir zılgıt çektim. Anam, “Oğlum çok ayıp ettin hanımların gönüllerini kırdın bana baksalar ne olur bakmasalar ne olur beni üzdün” dedi.
Şoförü çağırdım. Anam evi bilmiyor eve götür bırak dedim. Akşam anamla uzunca dertleştik geçmişten gelecekten bahsettik. Anamın gözü bende idi ama sevgisi torunlarındaydı. Sabah ben ve hanım işe gidiyoruz çocuklarda okula. Anam altı katlı bir apartmanın üçüncü katında akşama kadar yalnız kalıyor. Anam on beş günden sonra bana “Memed oğlum sana bir şey söyleyeceğim ama kızma oğlum ben, burada çok sıkıldım. Çocuklar okula siz işe gidiyorsunuz ben yalnız kalıyorum çok sıkılıyorum oğlum ne olur beni köyüme gönder” dedi.
“Ana olur mu daha geleli onbeş gün oldu. Sen hem sen gidersen millet ne der. Anasına bakamadı hemen gönderdi derler hiç olmazsa bir ay kal” diye ısrar ettim. Ama nafile. Sen dünyası geniş olan bir hanımı daracık bir alana koyarsan olacağı budur. Anamı Alıp Cumartesi günü Ankara’da bulunan ağabeyimin yanına götürdüm. “Ben izinsiz geldim sen çocuklarla anamı köye gönder” deyip tekrar anamın elini öptüm ayrıldım. Bir daha anamı hiç göremedim.
12 Eylül Faşist darbesi yüzünden ailem çok kıyıma uğradı ben 23 senelik memurken sokağa bırakıldım. Ağabeyimin kızı ile oğlu Mamak cezaevinde iki yıl yattılar. Sonra sizin suçunuz yokmuş diye salıverildi. O günlerde zavallı yengemin çektiklerini anca ben bilirim.
Ağabeyimin kızı Mamak cezaevinden çıktıktan sonra fazla yaşamadı.
Bu acılara fazla dayanamayan anamda uzun yaşamadı vefat etti. Nur içinde yatsın. Benim ve ceza evinde yatan yiyenlerimin acıları anamı da yıktı. Benim için ne zillet ki anamın cenazesinde de bulunamadım.
O nedenle anam gibi cefa çeken bütün köylü kadınlarını anamda başta olmak üzere yılın anneleri olarak görüyorum. Ayrıca yıllar önce Adana’da çocuğunu saç kurutma makinesi ile ısıtmaya çalışan ve yeterli olmadığını anlayınca da çaresizlikten intihar eden ana da bence yılın annesidir.
Ölenlerin ruhları şad olsun. Bu sıkıntılarla yaşayanlara da Allah sabır
Versin.