Anavatana kavuşma

Ömer ERU

Kapı vurulunca kalktı. Açtı. Gelen kocasıydı. Durumunda bir tedirginlik vardı. “Kötü bir şey mi var?” dedi.

“Yok bir şey” dedi kocası. Sonra bir köşede oturan yaşlı anne ve babasının yanına gidip oturdu. “İşler kötü” dedi. Yaşlı adam olup bitenleri hissetmişti. “Asker mi topluyorlar?”

 “Evet muhtara listeler gelmiş”

“ Ne zaman?”

”Yakında gelip eli silah tutan herkesi cepheye götüreceklermiş Karısı buz kesti. Karnında oynaşan çocuğunun üzerine parmaklarıyla dokundu. Yaşlı kadın da ağlamaya başladı.

“Tüm adamları mı götürecekler?”

“Evet”

Az sonra erkek kardeşi geldi. Soluk soluğaydı. ”Ağa asker topluyorlarmış.”

”Evet ben de duydum.”

”Kaç yaşında olursa olsun alıp bir hafta eğitim den sonra cepheye gönderiyorlarmış.”

”Evet”

”Cephede de durumlar kötüymüş.”

”Ön saflara Türkmenleri sürüyorlarmış.”

”Evet, ön cepheye Türkmen erlerini sürüyorlarmış.”

”Korkunç telef varmış.”

”Gidenler geri gelmiyormuş.”

Ertesi gün muhtar geldi. ”Karşı taraftan mal getiren kaçakçılardan iki kişiyi tanıyorum. Sizinkileri de hazır edin üç güne kadar karşı tarafa gidiyorlarmış, ben bizimkileri de babamı başlarına takıp göndermeyi düşünüyorum.”

Önce duraksadı genç adam. Evdekiler de durakladılar. Erkekler gittikten sonra geride kalan
çocuklar kadınlar ve yaşlılar nasıl yaşayacaklardı. Irak devleti genç ihtiyar demiyordu Türkmen erkeklerini cepheye sürüyordu. İran devleti de o taraftan Azeri Türklerini
cepheye sürüyordu. Irak ve İran arasında olan kavgada her iki taraftan Türkler cephede karşılıklı dövüştürülüyorlardı. Karşı taraftan gelen kaçakçılar da bu ortamdan daha çok yararlanmanın yollarını hemen öğrenmişlerdi. Para karşılığında insan kaçakçılığı yapıyorlardı. Bunu ticaret haline getirmişlerdi. Adam başı bin dolar alıyorlardı. Muhtar gidince yaşlı kadın
kalktı. Ölümlük dirimlik bir kenara koyduğu altınlarını getirdi. “Belki işe yarar” dedi. Saydılar. Bunlar karşıya gitmek için yeterli olabilirdi.
 

Ahmet, ertesi gün erkenden kalkıp muhtarın yanına gitti. Altınları verdi. Bir az artmıştı. Onu da anasına verdi. Bunu üzerinde sakla dedi. O akşam haber geldi. Köyün üzerinde mezarlıkta toplanıp yola çıkılacaktı.

Ahmet babasını annesini ve hamile karısını akşam karanlığından da yararlanarak belirtilen buluşma yerine götürdü. Etraf sakindi. Gelenler yanlarında birer çanta getirmişlerdi. Bazıları da ufak eşya ve yiyeceklerini çıkın yapmışlardı. Çoğunluk yaşlı adam, kadın ve çocuklardı. Muhtar da oradaydı. Kaçakçılar bir kayanın altına oturmuşlar tütün içiyorlardı. Az ilerde sekiz on kadar yüklü katır vardı. Katırların üç tanesinde yük yoktu. Sonradan öğrendiler ki yolda rahatsızlanıp yürüyemeyenleri bu katırlarla taşıyorlarmış. Az sonra muhtar ve adamları kayboldular. Kaçakçılardan uzun boylu olanı, iki adamını önceden gönderdi ve orada bulunanlara “İhtiyaçlarınızı hemen görün yola çıkacağız “dedi. Yirmi dakika kadar sonra da yola çıktılar. Yaşlı adam karısının elini, kadın da gelininin kolunu sıkı sıkı tuttu. Dere
içinden yürümeye başladılar. Kaçakçıların iki tanesi önden gidiyor, ara sıra arkasına dönüp işaret veriyordu. Giden grubun etrafında da altı adam vardı. Ellerinde keleş silahlar vardı. Yüzleri poçuluydu. Katırları da üç kişi çekiyordu. Ayaklarına kalın battaniye sarmışlardı. Sessizce karanlıkta yol alıyorlardı. Genç kadın gecenin karanlığının verdiği soğukta kocasını hatırladı. Gözlerinden yaş boşandı. Yaşlı kadının elini daha çok sıktı.

Yaşlı kadın, ”Zorluk çekiyor musun ?“ dedi.

”Biraz ağrım var” genç kadın “Ne kadar oldu?”

”Yedi aylık.”

Adamlardan biri sessizce “Herkes otursun. İlerden devriyeler geçiyor, bir ses duyarlar ve
yakalarlarsa hepimizi kurşuna dizerler” dedi.

Grup olduğu yere çöktü, Birbirlerinin soluk alıp verdiklerini bile duyuyorlardı. Yirmi dakika kadar oldukları yerde kıpırdamadan durdular.

Sonra ayni adam “Hemen buradan uzaklaşıyoruz “dedi.

İki saat hiç durmadan yürüdüler. Bir ara yine durdular. Ekmek ve peynir yediler. Su içtiler. Yeniden yürümeye başladılar. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte büyük bir mağaraya girdiler. Adamlardan reis olduğu belli olan ”Burada akşam karanlık oluncaya kadar kalacağız. Uyumaya çalışın. Dinlenin yarın sabaha karşıya varmış oluruz. Akşam ezanından sonra yeniden yola koyuldular. Genellikle derelerin kenarlarından yürüyorlardı. Yaşlılardan bir kadın hastalandı. Kaçakçılar hemen ağaç dalları ve çarşaftan bir sedye yaptılar. Yaşlı
ama hala güçlü iki adam taşımaya başladılar. Az sonra da kadın öldü. Bu grupta soğuk duş etkisi yaptı.

Duramazlardı. Kadını kayalar ve taş parçalarıyla örtüp yürüdüler. Çocuklar annelerinin ve büyüklerinin yanına daha sıkı sokuldular. Korkmuşlardı. Her gölge onlar için bir korku nedeniydi. Bazı Yerlerden geçerken silahlı adamlar grubu durduruyordu. Tehdit ediyorlardı. Kaçakçılar hemen “Diretmeyin Ne isterlerse verin” diyorlardı. Ara sıra top ve patlama sesleri gecenin derinliklerini yırtarak ta buralara kadar gemliyordu. Kaçakçılar adamlarla bir kenarda konuştuktan sonra grubu yine yürütmeye başlıyorlardı.. Sonradan kendilerini durduran
silahlıların Türkiye’ye saldıran eşkıyalar olduklarını öğrenmişlerdi.

O akşam da kayalık bir yerde kaldılar.
Yorulmuşlardı. Yaşlı adam ve kadın daha çok yaşlanmışlar gibiydi. Genç kadının karnındaki çocukta daha çok debelenmeye başladı. ”Ne olur biraz kıpraşma “diye mırıldandı. Diğerlerinin anlayamayacağı şekilde parmaklarını karnının üzerinde gezdirdi. Yaşlı kadın sessizce "Yaramazlık mı yapıyor? "dedi. Genç kadın utandı. Gece yarısı herkesi kaldırdılar. Yola düştüler Türkiye az sonra, şu ilerdeki tepeyi dolaşınca gözükecekti. Oraya varıncaya kadar da zaten sabahın ilk ışıkları belirginleşecekti. Ağaçlık bir yere geldiler. Öne doğru tarlalar başlıyordu. Kaçakçılardan üç tanesi katırları grubun arkasına çekip bağladı, Bir şeyden ürküp dağılırlarsa mayın tarlasında parça parça olabilirlerdi. Dört adam da yere yattı. Ellerine aldıkları plastik çorap şişleriyle toprakları karıştırmaya başladılar. Bir şeye rastladıklarında etrafını açıp yuvarlak bir şey çıkarıyorlar, yanlarına koyuyorlar ve böylece
ilerliyorlardı. Yirmi otuz metre gittikten sonra işaret ettiler. Herkes onların koydukları işaretlerin arasından yavaşça karşıya geçtiler. Türkiye’delerdi. Bir saat gittikten sonra kaçakçılar gruptakileri etraflarına topladılar. “Artık geldik. Bizim işaret ettiğimiz yöne
giderseniz Taşdelen ve Işıkveren köylerine varacaksınız. Zaten oraya varmadan jandarmalar sizi yakalar. Hemen teslim olursunuz” dediler. Ayrıldılar. Katırlarıyla kayboldular.

Korkmuşlardı. Yaşlı beş adam gruptan ayrılıp bir kayanın dibine çöktüler. Yirmi dakika kadar
konuştular. “Bizi doğru getirdiklerinden emin misiniz” dedi zayıf ve küçük boylu olanı. Yaşlı adamlardan biri ”Evet!” Muhtar bu kervanın başındaki adamın sözünün eri olduğunu söyledi. O sırada yanlarında silahlı adamlar belirdi. Gelenlerin üzerlerinde ne varsa kendilerine vermelerini istedi. Yaşlı kadınlardan biri daha önce üzerlerinde ne varsa verdiklerini söyledi. Silahlı adamlardan biri keleş dipçiği ile vurdu kadına. Kadın pustu. Ağlayamadı bile. Tüm yiyeceklerini ortayla koydular. Çıkınlarını ortaya bıraktılar. Silahlı adamlardan biri çıkınları ve çantaları karıştırdı. Bir şey bulamadı. Kızdı. Hemen defolun buradan. Bizi de kimseye söylemeyin” dedi. Başlarındaki adam “Aptallık yapmayın” dedi. Yaşlı adamlardan birine
işaret etti. “Sen bizimle kalacaksın” dedi. Adamın karısı ağlayarak adamın ayaklarına kapandı. “Yok “dedi silahlı adam “Jandarmalara söylemediğinizi öğrenince bu adamı bir
yere getirip bırakacağız. Şimdi uzaklaşın buradan.” Yaşlı adamın karısı ve torunları ağlayarak grupla birlikte yürümeye başladılar. Dört saat kadar yürüdüler Bir mezraya geldiler. Yanlarına orta yaşlarda bir adam geldi. Kaçakçıların reisi durumundaki adamın kendilerini Türkiye’ye
geçirdiğini öğrenince “Tamam “dedi. Gelenlere ağaçlıklı bir bahçenin içinde beklemelerini söyledi. İki saat kadar geçmişti ki bahçeyi jandarmalar çevirdi. Az önce burada beklemelerini söyleyen orta yaşlı adam kendilerini jandarmaya ihbar etmişti. İnsan kaçakçılarının genelde
Türkiye ye girdikten sonra yaptıkları ilk iş adamları aracılığıyla jandarmaya olayı ihbar etmekti.

Gelenleri araçlara bindirip en yakın Taşdelen karakoluna götürdüler. İlk tespitlerden sonra Uludere ilçe jandarma komutanlığına götürüldüler. Büyük bir salona alındılar. Sağlıkçılar geldi. Muayene yaptılar Aşı vurdular. Genç kadın ”Ben hamileyim” dedi.

Hemşire yanındaki doktora ”Bu hamileymiş” Dedi. Doktor “Zarar vermez “dedi. Hemşire ve doktor genç kadının Türkçe konuştuğunu duyunca ”Türk müsün? “Dedi. Genç kadın sevindi ”Evet Kerkük’ten geliyoruz.”

”Rahatsızlığın var mı?”

”Evet. Ağrı çoğalmaya başladı.”

”Doktor bey bu kadını hemen ilçedeki sağlık merkezine götürmek gerekiyor. Erken doğum yapacak galiba” dedi. Doktor gelip kadını bir başka odaya aldırdı. Muayene etti. “Tehlike yok” dedi.

Gelenlerin muayeneleri bitti. Yiyecek ve içecek bir şeyler verildi. Kervanın içine Iraklılar da katılmıştı. Sorgulamadan sonra Kerkük Türkmenleri olanlar ayrıldı. Belli yerlerden bilgiler
alındı. Dosyalar düzenlendi. Yaşlı adamlardan iki kişi ayrıldı. Bunlar zengin Iraklı tüccarlarmış. Çoluk çocuklarını bırakıp Türklerin arasına karışarak Türkiye’ye kaçmışlardı. Jandarma komutanı kızdı. ”İnsan çoluk çocuğunu bırakıp nasıl başkasının ülkesine kaçar?” dedi.

Yaşlı adam az biraz kızardı. Ses çıkarmadı. Jandarma komutanı ”insan çoluk çocuğunu bırakacağına ölümü göze alır, almalı, korkak herif” diye devam etti. Sesinden kızdığı ve
alaya aldığı anlaşılıyordu.

Akşama doğru gelen grup, araçlarla ilçe merkezine götürüldü. Genç kadın sağlık merkezinde tedavi oldu. Yanlarına gelen kaymakam ve emniyet amiri ile jandarma komutanını gören gelinin kayınbabası yaşlı adam ayağa kalktı. Gelenlerin ellerini dudaklarına götürüp
öpmeye, sevgi gösterisi yapmaya başladı. Bir yandan da yalvarıyordu. ”Bizi karşı tarafa göndermeyeceksiniz değil mi?” Kaymakam ”yok baba bunu nereden çıkardın?” “Ne olur
göndermeyin bizi Hemen yakalarlar ve oracıkta asarlar ”Kaymakam “Yok öyle bir şey dedi.” Oradan ayrıldılar.

Üç gün sonra da kaymakamın sağladığı araçlarla mülteci kampına gönderildiler. Aradan bir sene geçmişti, yaşlı bir adam, yaşlı bir kadın ve genç bir kadın kucağında ufak bir çocukla kaymakamın kapısından içeri girdiler.

Yaşlı adam ve kadın ağlıyordu. Teşekkür ediyordu. Bir yere yerleştirilmişlerdi. Devlet sağ olsundu Anavatan sağ olsundu. Anasının karnında Türkiye ye kaçmayı başaran ufak oğlan da etrafa gülücükler dağıtıyordu. Yaşlı adam Irak’ta Türkmenlerin yaşlı bile olsa cepheye gönderildiğini ve gidenlerin hiçbirinin geri gelmediğini ağlayarak anlatıyordu. İran devleti de cepheye Azeri Türklerini gönderiyormuş. Oğulları da cephede ölmüşlerdi. Bu sırada genç kadın da ağlamaya başladı. Kaymakam “Ağlama bacım“dedi. Türk milleti vakurdur. Kahramandır. Bundan sonra ölenlerin emanetlerini işte bu oğlan devam ettirecektir. Hem de bu özgür topraklarda. Anavatan topraklarında.

Az sonra pencereden bakarken gelenlerin hükümet binasının merdivenlerinden aşağı indiklerini gördü. Arkalarından baktı. Onların Anavatana kaçışları sırasında geçirdikleri acı günleri hayalinde canlandırmaya çalıştı. Gözlerinin önünden film şeridi gibi geçirdi. Geldi günlük evraklarını incelemeye başladı. Yaşlı adamın ağlayışı, genç kadının kocasının öldüğünü söylerken gözyaşlarını tutamaması biraz içini burkmuştu.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.