1541 yılında Almanya ve İspanya imparatoru Şarlken Preveze de üç yıl önce Barbaros Hayrettin paşaya yenilmiş, uğradığı büyük hezimetin acısını bir türlü unutamıyordu. Bu zaferle Akdeniz de Osmanlı hakimiyetinin varlığı başlamıştı.
Ancak İmparator Şarlken, Preveze yenilgisinden ders almadığı gibi, Preveze’nin intikamını almak için Cezayir'e saldırmaya karar verdi. Barbaros yetmiş gemiden oluşan bir donanma ile Adriyatik sahillerinin muhafazası ile görevlendirilmişti. Hayrettin paşa Osmanlı donanma Kaptanı Deryası olmakla beraber, aynı zamanda Cezayir Beylerbeyliğini de yapıyordu. Göreve çıktığında yerine evlatlığı Hasan Reis'i vekil olarak bırakmıştı.
İmparator Şarlken, bizzat kendisinin başında bulunduğu ordusu ve altmış beş kadırga, dört yüze yakın nakliye gemisi ile Cezayir sahillerine gelerek, Cezayir'i kuşattı. Bunun üzerine Hasan Reis hemen divanı topladı danışmalar sonrası konuştu:
" Ey oğullar, karındaşlar, babalar! Sizler cümleniz bu ana kadar şadlık ve safada idiniz. Şimdi bu din düşmanları, melunlar gelip Vilayetimiz önüne demirlediler. Bize yakışan düşmana canla başla karşı koymak ve dahi layık olan şudur ki. Güya hepimiz bugünkü günde dünyaya geldik ve yine bugünkü günde şehadet şerbetini içip ahirete gideceğiz, bilelim. Hadis-i şerifte buyrulduğu üzere, kişi kendisini dünyada misafir gibi bilmek gerektir. Dünyaya gelenin ecel şerbetini içmesi muhakkaktır. Cenab-ı Hak:” Bütün nefisler ölümü tadacaktır” buyuruyor. Baki ancak Allah’tır, gayrı kimse yoktur.
Mademki böyledir, bugünkü günde ne mala, ne rızka, ne de evlada bakmayıp, hemen canla başla, Allah rızası için din-i Mübin uğruna cihad-ı fi-sebilillah edelim. Tabirimiz kalmayıncaya kadar sizinle çalışalım. Elhamdülillah ala din-il-İslam, ölenimiz şehid, öldürenimiz gazidir. Yardım edici ancak cenab-ı Hakk’tır. Sizinle bu yardıma bakalım, düşmanın çokluğuna bakmayalım. Zira az asker ile çok askeri bozmak, her şeyin sahibi Rabbimizin ezeli bir adetidir.
Sakınıp, sakın kalbinize bir korku gelmesin. Allah, erenler bize yardımcıdır. İnşaallahu teala, Avn-i Hüda, mucizat-ı Mustafa ve çiharyar-ı güzin-i ba-safa ve gaib erenlerin ve hazır erenlerin yüce himmetleri berekatı ile dinsiz kafirlere öyle bir endam keselim ki ( ders verelim ki), şevketlü Padişahımız ile Efendimiz Hayreddin Paşa bize tahsin ve aferinler kılsınlar.” (1)
Hasan Reis'in az sayıda kuvveti vardı. Şarlken bunu biliyordu. Kendisinin güçlü ve büyük ordusuna, donanmasına karşı konulamayacağına inanıyordu. En kısa zamanda Cezayir'i ele geçirip kaleye bayrağını dikeceğinden emindi. Bu düşünce ile şehrin teslim edilmesi için Hasan Reis' bir elçi ile bir mektup gönderdi. Şarlken mektubunda şöyle diyordu:
" Ey Reisi sen Barbaros'un bir hizmetkarısın, ben ise İspanya'ya ve en az onun kadar geniş İmparatorluğa hükmetmekteyim. Hangi yüzle bana kafa tutmak cüretini gösterebiliyorsun? Bilmiyor musun ki senin eski koruyucunu kovduktan sonra Tunus'u ele geçirdim. Tunus senin Cezayir şehrinden çok daha iyi tahkim edilmiştir, gene de kılıç elde oraya girip Barbaros'un askerlerini kovmam sadece bir kaç günümü aldı. Cezayir, hiç kuşku yok, gücüm karşısında çok daha kolay yenik düşecektir. Ama gene de şehir bana karşı direnebilecek olsa bile, kışın geri kalanını onu kuşatma altında tutarak geçiririm. Gelirken yanımda bir yıl yetecek kadar hazine ve kumanya getirdim. Yardıma gereksinme duysam bile ülkelerim uzakta değil. Ne var ki insanlık duygularım beni sana aman vermeye ve olumlu bir sözleşme vaadinde bulunmaya yöneltmektedir. Düşünüp taşınarak en uygun yolu seçmekte sana düşüyor. Eğer gururun ve kendini beğenmişliğin sana benim önermekte olduğum iyilikleri geri çevirtirse genel bir saldırı emri vereceğim ve zafer kazanan birliklerim, şehre girerek tüm halkı, benim haklı öcümü almak için kurban edecekler; uyarılmadım deme. Günah deme, günah benden gitmiş olacaktır. Namem sana ulaştığında derhal Cezayir kalesinin anahtarlarını getir. Belki bu suretle suçunu bağışlarım. Duydum ki "Cezayir de esir çok, bana esir lazım değil " diye Hristiyan esirlerin başlarını vurmuşsun. Cezayir'i zorla alırsam elimden kurtulamazsın…"(2)
Hasan Reis, gelen mektubu komutanları ve halkın ileri gelenleri ile konuştu ve danıştı Şarlken'e aynı elçi ile, bir cevap gönderdi:
" Ey mel'un ve hınzır Şarlken. Mektubun bize ulaştı kuru laf ile ben adama Cezayir'i vermem ve senden de korkum yoktur. Elinden geleni ardına koyma. Umarım ki senin de hakkından geliriz. Mağrurun hasmı Allahtır… Kendini beğenmişliğine hayranlık duydum. Kendini büyük bir hükümdar sanıyorsun ve gururunun sarhoşluğu içerisinde, kendini tüm dünyanın saygı borçlu olduğu hükümdarlar arasına sayıyorsun. Demek ki aşağılık bir Hristiyan olduğunu unutmaktasın. Yücelik, güçlülük, onur, senin türünden bir yaratık ile bağdaşmayan niteliklerdir! Cezayir'i almakla övünüyorsun ama Berberiye kalelerinin en zayıfını ele geçirebilmek bile senin gücünün çok üstündedir. Eğer efendimiz hükümdarımız Osmanlıların padişahı senin niyetlerini haber alsaydı, hakkından gelmek üzere kölelerinden birini gönderirdi ve o da alelacele derlenmiş bir kaç birlikle kısa zamanda bu küstahlığına pişman ettirirdi seni. Gene de ben, sadece kendi olanaklarımla bu işin hakkından geleceğimi umuyorum. Seni, tüm çabanı ortaya dökmeye ve bana hiç acımamaya davet ediyorum. Çünkü ben de sana karşı aynen böyle davranmaya kararlıyım. Sayemde bu dünyada da, öteki dünyada da bir kafiri nasıl bir sonun beklediğini öğreneceksin. Giriştiğin sefer bana zaten senin ne denli güçsüz olduğunu kanıtlamıştı ve mektubunda bana çılgın olduğunu kanıtlıyor. Muzaffer olmak ancak başarıya ulaştıktan sonra mümkündür; ama sen daha hiç bir şey yapmadan övünüyorsun bununla. Senden önceki ve sen, zaten bu şehre karşı iki girişimde bulundunuz. Birincisi Oruç Reis zamanında, ikincisi ise kardeşi Hayrettin'in yönetiminde. Bu girişimlerin utanç verici sonucu, senin aklını başına getirmeliydi. Allah'ın yardımıyla bu kez sana ileriki yüzyıllarda da soyundan gelenlerin unutamayacağı bir ders vereceğim." (3)
Gönderilen mektubu alan Şarlken bağırıp, çağırdı ve etrafa küfürler savurmaya başladı. Mektupta kendisine hakaret ediliyordu. Karaya toplar ve askerler çıkartıldı. Surlar aralıklarla daha fazla dövülmeye başlandı. Çarpışma her geçen gün artan şekilde devam ediyordu. Ancak, günler geçtikçe kaledeki erzak azalıyordu. Gıda sıkıntısı ve suların tükenmesi, kaledekiler için felaket olmaya başlamıştı. Bütün bu kötü şartlara rağmen kaledekiler gayreti elden bırakmıyorlardı. İstanbul'dan, Barbaros'tan yardım istemişlerdi. Bir cevap, bir yardım gelmiyordu. Bu zor anda, Hasan Reis'in aklına bir çare geldi ve etrafındakilere şöyle dedi:
"Yarenler, casuslarımızla bir şayia çıkartalım. Düşmanın içine girsinler ve Barbaros'un yardım için İstanbul’dan hareket ettiğini, Tunus'a geldiğini sabaha Cezayir'de olacağını söylesinler, umulur ki İspanyolların kalbine korku düşer."(4)
Bu haber işe yaramıştı. İspanyollar neye uğradıklarını anlayamadan sağa sola savaş esnasında kaçışmaya başladılar. Hasan Reis ve askerlerinin de saldırması karşısında iyice dağıldılar. Kimisi boğuldu kimisi de teslim oldu.
Bu yenilgi karşısında Şarlken, üzüntüsünden perişan oldu ve askerleri, gemileriyle ülkesine döndü.
1-2-3-4-Barbaros Hayreddin Paşa-Ebubekir Subaşı-Mavi Lale Yay.-İst.2009-S.359-360-361-362
1-Osmanlı Devlet Teşkilatı-1-Türkiye Gazetesi Yay.-İst.2006-S.214-215
1-2-3-Osmanlı Tarihinden İlginç Hikaye ve Anekdotlar-Avni Arslan-Ziya Demirel-Akçay Yay.-Ank.2008-S.69-70-71
2-3-Barbaros Kardeşler-Fırtınanın Oğulları-Jean,Louis Belachemi-Çev.Nihat önol-Opsilon Yay.-2006-S.340-341