Amerika bile 2,5 savaş doktrininden vazgeçeli uzun yıllar oldu. Biz ise salgınının tetiklediği daralan ekonomiye rağmen K.Irak, Suriye ve Libya’da olmak üzere üç cephede savaş veriyoruz.
BAE, Katar, S.Arabistan ve ABD ile İsrail’in güvenliğini temin etmek maksatlı 2011’de başlatılan Esad’ı devirme işlemi halen sonuçlanamadı.
Esad’ı devirme projesi için başlatılan operasyonlar yürütülürken bir de gördük ki, Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt koridoru işletmeye açılmak üzereydi.
Çok şükür ki, erken uyandık. El-Bab, Cerablus, Afrin ve İdlib’e girmek suretiyle Kürt koridorunu şimdilik kapattık. Biz Afrin’de cephe açtığımız günlerde de müttefikimiz ABD, İŞİD manivelasıyla Fırat’ın doğusunda tıpkı Kuzey Irak’ta olduğu gibi kurtarılmış bir bölge oluşturuverdi!
Biz Esad’ı devirme projesi içinde yer almasak bu olabilir miydi?
Kendi eliyle sınırlarını tartışılır hale getiren başka bir ülke var mıdır acaba?
Kimdi bu bölgeyi kotaranlar.
Başkan Thomas Vilson’nun torunları.
Yüz yıl önce yarım kalan operasyonları için bölgedeler.
Bunu SEVR’e geçiren o başkandı.
SEVR’ deki 62-64 ncü maddeler şunu söylüyor. Fırat’ın Doğusunda Özerk Yerel Yönetimler yaratmak!
Bunun açığa çıktığını ne zaman anladık?
Yeni Şafakçılar yeni anlamışlar. Hafta içi “BARZANİ PKK İLE ANLAŞTI” diye manşet atmışlardı.
Demek ki, iki gün öncesine kadar anlamamışlarmış!
Anlama olayı sadece onlarla sınırlı değil elbette; yoksa Barzani özerklik kurmuş, onun cengâver Peşmergelerini “Biji Obama” nidalarıyla Ay El Arab(Kobani)’a geçirir miydik?
C-5 ağır nakliye uçaklarıyla ABD, Katar ve S.Arabistan’daki üslerden taşınan 13 bin tır savaş malzemesinin Rakka’ya indirildiğini öğrendiğimizde iş işten geçmişti. O günden sonra ABD ile ilişkiler gerilmeye başladı. Gerçek mi? Kayıkçı işi mi? Onu da zaman gösterecek.
Tam da o günlerde ülkemiz üzerinde/üzerine örtülü operasyonların başlatıldığını gördük.
Bunlar sırasıyla:
24 Kasım 2015 tarihinde bir Rus savaş uçağı sınır ihlali gerekçesiyle bizim tarafımızdan düşürülüyor.
15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi ABD ile ilişkileri koparmıyor ama bir soğukluk yaşanıyor. Tam bu noktada ortada hiçbir şey yokken Rusya’nın Ankara’daki Büyük Elçisi Andrey Karlov, 19 Aralık 2016 günü naklen yayın ile öldürülüyordu. Tetikçinin arkasındaki güç malumunuz!
Uçağın düşürülmesi, Karlov’un öldürülmesi asla tesadüf olamaz. ABD, Türkiye’nin Rusya’ya yaklaşmasını, yakınlaşmasını istemiyordu.
15 Temmuz darbe girişimini Aleksandr Dugin ile Türkiye’ye haber veren Rusya, Karlov cinayeti sonrası haklı olarak masayı deviren taraf oldu. Rusya vize kartını açtı ve uygulamaya koydu. 7 milyon Rus turisti beklerken sıfır çektik. Rus turistlerin gönlü Antalya sahillerinde, Antalyalı turizmcilerin gözü Antalya semalarında süzülecek Aeroflot ve THY uçaklarında kaldı.
Sonunda ne mi oldu?
Milyarlarca dolar zarar kazandık!
Peşinden Rıza Sarraf gibi bir istihbarat figürünün elden uçmasıyla başlayan İran’a yönelik ekonomik yaptırımların delinmesiyle ilintili bilek güreşi, Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın hapse gönderilmesiyle son bulmuş görünüyordu ki, 23 yıl aynı kilisede görev yapan Rahip Brunson olayı patlak verdi.
“Bu can bu bedende olduğu sürece o teröristi alamazsın” diyerek Trump’a gözdağı veren Sayın Cumhurbaşkanımızın sözleri de gerilerde kalacaktı. İstihbaratçı Rahip Brunson özel bir uçak ile ABD’ye uçmuş, Beyaz Sarayda Trump’un dizlerinin dibinden dünyaya resim veriyordu.
Her iki ülkeyle yaşanan olumsuzluklar, ülkemizi derinden etkiliyordu.
Neticede aklıselim galip geldi. İçeride iş adamı Cavit Çağlar ve dışarıda da Kazakistan devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev ve Azerbaycan Devlet başkanı İlham Aliyev, bozulan Türk-Rus ilişkilerinin düzelmesi için büyük çabalar sarf ettiler.
Her şey yeniden başladı ve ilişkiler en yüksek seviyeye çıkmıştı.
Bütün bunlar yaşanırken ülkemiz, tehdit değerlendirmesini güncelliyordu. Avrasyacılık gündeme oturmuştu. Türkiye; Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Hindistan ve Pakistan’ın içinde bulunduğu, İran, Belarus, Afganistan ve Moğolistan’ın gözlemci kategorisinde beklediği Şanghay İşbirliği Örgütüne(ŞİÖ) yelken açmayı tartışıyordu.
Türkiye, tehdit değerlendirmesini somutlaştırıp güvenliğini sağlayabilmek için Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi alacağını dünyaya duyurmuştu. Siparişler verildi, 2,5 milyar dolar ödendi, o sistemde görev yapacak insanlarımız eğitildiler ve ilk parti S-400 sistemi Antonov uçaklarıyla Ankara’ya ulaştı.
Bununla ilgili herkesin bir görüş olduğuna inanıyorum ve her görüşe saygı duyuyorum. Ben de Konuya ilişkin görüşlerimi arkadaşlarımla paylaşmıştım.
Şöyle ki, insanlar çeşitli büyüklüklerde evlere sahiptirler. 3+1 bir evin büyük ama en az kullanılan bir salonu vardır. Bu salonda çoğunlukla koltuk takımı ile 6 veya 8 sandalyesi olan bir yemek masası bulunur. Genellikle bu masanın da üzerinde de bir vazo vardır. Geleneksel Türk yaşam tarzında bu vazonun içinde ıslak-taze çiçek bulunmaz. Manevi değeri olan evlilik-nişan çiçeğinin kurumuşu veya plastik yapma çiçek bulunduğu inkâr edilemez bir gerçeğimizdir.
Ben satın aldığımız S-400 sistemini, salondaki vazonun içindeki çiçek olarak görmüştüm. Onun aktif edilemeyeceğini söyledim ve halen o görüşümü sürdürüyorum.
Onun aktif edilmesi devrim demektir. NATO’dan çıkmak demektir. Bunu ne İktidar ne de Ana Muhalefet Partisinden duyamadık.
İktidarı cesaretlendirecek olan muhalefettir. ABD bize paramızla Patriyot satmazken, CHP’in dış politika sözcüsü Sayın Ünal Çeviköz: “ikisi bir arada olmaz(hem NATO’da olmak hem de S-400 sahibi olmayı kastediyor), Türkiye S-400 kararını gözden geçirmeli, S-400’den vazgeçelim” demiştir.
Anti-Emperyalist savaş vermiş Atatürk’ün Partisinin getirildiği noktayı gördünüz mü?
Manşetlerde olan S-400 füzeleriyle ilgili haberler, son zamanlarda virüs salgınının da etkisiyle gündemde alt sıralara düştü.
Örneğin, önceden Rus füzelerinin aktive edileceği tarih olarak açıklanan Nisan ayı birkaç küçük haber dışında sessizce geride kaldı. Aktivasyonun virüs salgını nedeniyle ertelendiği açıklaması haliyle inandırıcı bulunmadı.
Plajlar, Kahveler, lokantalar açık, şehir hatları vapurları, metrobüsler, otobüsler, uçaklar, hızlı trenler sefere kondu, THY hangarlarında uçaklar bakıma alınabilirken, S-400 demonte vaziyette akıbetini bekliyor.
Benzer şekilde, Rusya'nın S-400’lerin ikinci parti teslimatı konusunda Türkiye ile görüşmelerinin ilerlediğini ve Türk tarafının nihai kararını beklediklerini açıklaması da gündemde kayboldu.
Oysa yaklaşık bir yıl önce füzelerin teslimatı başladığında çok daha farklı bir hava vardı. Medyada Türkiye ile Rusya’nın nasıl “kanka” olduğundan söz ediliyor, anketlerde iki ülke arasındaki ilişkileri “stratejik ortaklık”, “yakın iş birliği” ya da ve “iş birliği” olarak tanımlayanların oranı yüzde 56’ya kadar yükseliyordu. Yani, medyada ve kamuoyunda Türkiye ABD’ye karşı güçlü bir dost kazanmış havası egemendi. Ama öte yandan, “Türkiye S-400 almaz, alamaz, son anda iptal edilir” diyenler de haksız çıkmıştı.
İdlip ve Libya’daki sorunların çözümü için Rusya ile farklılıklarımızın olduğu muhakkaktır. Rus bakanlar gezilerini o nedenle iptal ettiler. Haziran ayının sonuna yaklaşırken S-400 diye bir gündem yok.
Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi’nin 17 Haziran’da yayınlanan “Rus bakanların neden gelmediği belli oldu” başlıklı yazısı bu açıdan önemli bir istisna.
Selvi, iktidar kaynaklarına dayanarak, S-400’ler konusunda yaşanan iki önemli gelişmeyi şöyle aktarıyor:
1. Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin gerilmesinden S-400’ler doğrudan etkileniyor. Son dönemde Libya ve Hafter konusunda yaşanan sorunların seyri S-400’lerin aktif hale getirilmesi sürecini de etkileyecek.
2. Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler düzeldikçe, S-400’lerin aktif hale getirilmesi gecikiyor.”
Selvi’nin kendi yorumu ise şöyle:
“Resmi açıklamalar işin mecrasında yürüdüğü şeklinde ama Rusya-ABD-Türkiye üçgenindeki gelişmelere bakıp S-400’lerin aktif hale gelme sürecinin uzayacağını görüyorum. Ama henüz S-400’ler aktif hale getirilmeyecek diyemiyorum. Henüz o noktaya gelmedi” diyor.
Bu satırların, Türkiye’de S-400 konusunda karar verici konumda olanların görüşünü yansıttığından kuşku duymak için bir neden yok.
Ama o zaman da insanın aklına şu sorular geliyor.
“Örneğin, Rusya ile ilişkilerimiz son dönemde Libya ve Suriye’deki anlaşmazlıklar nedeniyle gerildiği için S-400’leri aktive etmeyerek biz Rusları mı cezalandırıyoruz?
Hâlbuki biz Rus füzelerini ülke savunması için almamış mıydık?
Bu durumda kendimizi cezalandırmış olmuyor muyuz?
O halde biz, S-400’’leri ABD ile ilişkilerimizde koz olarak kullanmak için mi aldık?”
Kısacası, biz bu S-400'leri neden aldık?
“Biz bize yeteriz” kampanyasında toplanan para tam 2 milyar lira. S-400 ler için ödenen para, toplanan paranın tam tamına 8,5 katı olduğunu görmemiz gerekmiyor mu?