Dua, Allah’a seslenmek, yardım dilemek, yalvarmak, dilekte bulunmak ve O’na yakarmaktır. Kulun Allah’a sığınma sevgi ve saygı duyguları içinde yardımını, affını istemesi, O’na inancının güveninin ve teslim oluşunun ifadesidir. Allah’a sunulan dilek ve arzulardır.
Duanın bir başka şeklide, beddua olarak yapılmasıdır. Kul bazen şükür, bazen istek, bazen ibadet olarak Allah’a duada bulunduğu gibi bazen de zulme uğradığında, canı yandığın da, üzüldüğünde, gördüğü kötülükler karşısında halini, beddua olarak Allah’a arz etmesidir. Beddua, herhangi bir kimsenin bir sebep veya nedenden dolayı, bir başka kimsenin başına kötü şeylerin gelmesi, kötü duruma düşmesi ve lanetlenmesi için içten yapılan yalvarmak, yakarmak, istek ve temennide bulunmak şeklindeki duadır.
Beddua, Farsçada fena, çirkin, kötü anlamına gelen “Bed” ile isteme ve dilenme anlamına gelen “Dua” kelimelerin birleşmesinden oluşmaktadır. Beddua etmek, ah etmek, lanet okumak Allah’ın rahmetinden yoksun kalsın ceza görsün diye yapılır. Genelde insanlar “Allah kahretsin, Allah belasını versin, Allah canını alsın, Allah lanet etsin, beter olsun, yüzü gülmesin, perişan olsun, canı yansın, kan kusasın” gibi benzer ifadelerle beddua ederler.
Bedduaya hakkı olan kişi çok rencide olmuş, canı çok yanmış, mağdur olmuş ise, kötülük gördüğü kişi hakkında, dilek ve isteklerini içten yalvararak, yakararak ceza görmesi için Allah’ın adaletine, kahrına havale eder. Cenabı Hak, çoğu zaman böyle mağdur ve mazlumun duasını kabul eder ve hakkını o kişiden misli ile çıkarır. Din âlimleri, Kuranımız Nisa S. 148. Ayette bahsedilen “Allah, çirkin, kötü sözün söylenmesini, açıklanmasını sevmez, ancak söyleyen haksızlığa uğramışsa, zulme uğramışsa hariç” mealindeki ifadelerin haksızlığa uğrayanların zulüm edenlere beddua etmelerine izin verdiğini belirtmektedirler. Zaten canı yanan, ağlatılan, üzülen, hakkı yenen, gönlü kırılan, zulme uğrayan kişinin durumu beddua halidir. İşte korkulması gerekilen beddua hali bu durumda bulunmakta, asıl beddua dili bu halde doğmaktadır. Yunus Emre’nin bu konuda dediği gibi: “Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil / Yetmiş iki millet dahi elin ayan yumaz değil.”
Allah mazlumun, zulme uğrayanın, canı yanan ve gözyaşı dökenin halini görmektedir, bilmektedir. Allah Hâkimdir. Kalbi yanan, acı çeken, zulme uğrayan kulunun bedduasını işitir ve bu çaresiz, mazlum kulunun yanında olur ve o kuluna yapılana sessiz kalmaz. Bakara Suresi 186. Ayette Yüce Rab “Kullarım Beni sana soracak olurlarsa bilsinler ki Ben onlara pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasını kabul ederim…” diyerek, yapılacak dua veya beddualara cevap vereceğini belirtmektedir. Bu yüzden mazlum, acı çeken, eziyet gören kişide, zalim karşısında kendisini güçsüz ve çaresiz görür, Yüce Rabbine sığınarak ona yalvarıp derdine yardım bulmak, hakkını aramak, almak için kendisini üzene beddua bulunur, ah eder ve ancak bu şekilde teselli kavuşmak ister.
Ah etmek, bir insanın uğradığı keder, üzüntü ve ızdırabını, acısını, canının yanmasını Allah’a ulaştırmasıdır. Ah çekenin, ah edenin, cefa çekenin uğradıkları kötülükler karşısında içi yanmaktadır. Zira ah, ateştir. Bu ateşten çıkan beddua zulmedeni, acı vereni, üzeni, kötülük yapanı, emanete hainlik edeni ve hak yiyeni yakar. Hz. Peygamberimiz bu konuda “Mazlumun bedduasından sakınınız. Çünkü o dua, bir ateş kıvılcımı gibi semaya yükselir” demektedir. Buna maruz kalan kişilerin dünyada da, ahrette de hayatları zordur. Kuranımız Ali İmran Suresi 4. Ayetinde “…Allah’ın izzeti var, intikamı da var” denilmektedir. Çünkü Allah adildir, kulunun ahını kimseye bırakmaz, cezasını verir. Ezilenin, canı yananın intikamını ezenden alır. Allah zulmedeni sevmez. Hud Suresi 18. Ayette “… Haberiniz olsun, Allah’ın laneti zalimleredir” denilerek, zalimlerin akıbetleri belirtilmektedir.
Din Alimi Şadi Şirazi “Elinden geldiği kadar bir gönülü perişan etmemeye çalış, Çünkü bir “Ah” cihanı alt üst eder” demektedir. Mevlana Hazretleri de “Ey Can; kimseyi kırma… Sözden ağırı yoktur. Beden çok yükü kaldırır ama gönül her sözü kaldıramaz” diyerek anlamlı bir söz söylemektedir. Bir başka sözünde “Gönül al, dost al, yoldaş al, ama beddua alma” demiştir. Yunus Emre’de, ah alma ile ilgili olarak şöyle der: “Yüz kez hacca vardın ise, yüz kez kaza kıldın ise / Bir kez gönül yıktın ise, gerektir çekesin ahı / Sorun bana aklı eren gönül mü yeğ, Kabe mi yeğ / Ben eyderüm gönül yeğdir, gönüldür Hakkın durağı”
Kalp kırmak, üzmek, incitmek, gönlünü yıkmak, canını acıtmak insanlara zulmetmekle, olur. Hz. Peygamberimiz Kabe’yi göstererek “Ey Kabe! Sen Allah’ın evisin. Se mübareksin. Fakat bir Müslüman kalbini kırsa 70 defa seni yıkmaktan daha büyük günaha girer” diyerek gönül incitmenin ne kadar kötü olduğunu söylemektedir. Öldürme, dövme, tecavüz etme, malı gasp etme, emanete hainlik etme, hırsızlık, iftira atma, ana ve babaya isyan ve kötü davranma, hak yeme gibi benzer günahlar karşısında yapılan beddualar cezasız kalmaz ve cezası da cehennem azabıdır. Kalp kıranların bu dünyada kalpleri kırılır, canları yanar, yaptıkları yanlarına kar kalmaz. Hz. Peygamberimiz “Kim birinin kalbini kırıp onu ağlatırsa, o kişinin bedduasından sakının. Çünkü gözyaşları yere düşmeden ne dilerse o olur” demektedir. Üzen üzülür. Şemsi Tebrizi de bu konuda “Ey İnsan! Kaf Dağı kadar yüksek olsan da, kefene sığacak kadar küçüksün. Unutma! Her şeyin bir hesabı var; Üzdüğün kadar üzülürsün” diye çok yerinde söz söylemiştir.
Bu nedenle dünya, bir imtihan dünyasıdır. Bu imtihanın, sınavın hikmeti de, bir ders ve ibret olarak insanlara verilmektedir. Halk arasında “Etme bulma dünyası”, “Ah alan onmaz, iflah olmaz” diye önemli sözler vardır. Kimsenin yaptığının yanına kar kalmayacağı, ektiğini biçeceği muhakkak olup, Yüce Allah’ın kanunudur. İşlediği günahlarının bir kısmını az da olsa bu dünyada çekeceği gerçektir.
Halk arasında zulmeden, ah alan, lanet okunan kişiler için birçok atasözleri bulunmakta olup, onlardan bazılarını, ders ve ibret alınması için yazalım. ”Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste. Zulüm ile abad olanın sonu berbat olur. Ağlatan gülmez. Kötülük eden kötülük bulur. Mazlumun ahı indirir şahı. Bu atasözlerinden üzen, ağlatan, kötülük eden, zulmedenin cezasını bu dünyada, ilahi ceza ile çekeceği anlaşılmaktadır.
Özellikle anne ve babasına kötü davranan, döven, eziyet eden, inciten, üzen, arayıp sormayan, muhtaç ve perişan bırakan evlatların aldıkları beddualarla, bu dünyada da ve ahrette de hal ve akıbetleri çok acı olacaktır. Anne ve baba hayatta iken hayırlı dualarını alamayanlara, onları üzen ve eziyet edenlere İmam Müslim’in rivayet ettiğine göre Hz. Peygamberimiz “Ana babasından birinin veya ikisinin yaşlılığa erişipde (Onlara itaat etmek suretiyle) cennete giremeyen kimsenin burnu sürtülsün, burnu sürtülsün, burnu sürtülsün” demiş, üç kere burnu sürtülsün diye tekrarlamıştır.
İslam dini evladın ana, babaya karşı son derece sevgi, saygı ve ilgi içinde olmasını istemiştir. Kuranımız Ankebut Suresi 8. Ayetinde Yüce Allah “Biz insana anne ve babasına en güzel biçimde davranmasını emrettik” demektedir. Ana, babanın sevgilerine, merhametlerine, şefkatlerine ihtiyaç vardır, beddualarına değil. Toplumda ananın bedduası tutmaz sütü karşı gelir, ancak baba bedduası almak insanı iflah etmez derler. Hz. Peygamberimiz “Baba sevgisini koru, o sevgiyi kesip atarsan, Allah’ta senin feyz ve saadet nurunu söndürür” demektedir.
Yüce Allah Kuran’ı Enam 151. Ayette “…Babanıza annenize iyilikten ayrılmayın… “, İsra Suresi 23. Ayette de “Ana ve babaya iyilik edin; onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlılık çağına ulaşırsa sakın onlara ‘ Of ‘ deme, azarlama, ikisine de tatlı söz söyle” diye yapılan açıklamalarla anne, babanın hakkının büyük olduğu anlatılmaktadır.
Anne-baba, masum, mazlum, çaresiz, yetim, dilsiz, darda, zorda olanların, kimsesizlerin bedduasından sakınmak gereklidir. İşte bu bedduaların önünde hiçbir engel duramaz ve koruyucu bir set bulunamaz. Hz. Peygamberimiz “Ana-babanın çocuğuna ve mazlumun zalime olan bedduaları, red olmaz” demektedir.
İslam dininde genelde bedduaya yer verilmemektedir. Ancak Yüce Allah Kuranı Kerim kitabında, zatını kabul etmeyenlerle, Peygamberlerine zulüm edenlere lanet ettiği görülmektedir. Ayrıca mazlum kimselerin, zulmedene karşı beddua etmesinin caiz olduğunu gösteren ayetler ve hadisler vardır. Yüce Allah zalimler, eziyet edenler, can yakanlar için kitabı Kuran’ı Kerimde kullarını şöyle uyarmaktadır: Mümin Suresi 52. Ayette “O gün zalimlere, mazeretleri fayda vermez. Lanet de onlaradır, kötü yurtta onlaradır.” Furkan 19. Ayette “Sizden kim zulmederse ona büyük azap tattırırız”, İbrahim Suresi 24. Ayette “..Zalimlerin yaptığından Allah’ın habersiz olduğunu sanma; O, sadece onları (Yaptıklarının cezasını), gözlerin dehşetten donup kalacağı güne erteliyor” diye ifade edilmektedir.
Keza Hz. Peygamberimizin Müslümanlara işkence etmek, İslam dinine şiddet ve baskı yoluyla karşı koymak gibi kötülükleri ile tanınan bazı müşriklere beddua ettiğini belirten hadisler bulunmaktadır. Yine Hz. Peygamberimiz “Ana-babaya asi olan evlatlara, paraya taparcasına düşkün olanlara, rüşvet alıp verenlere, ashaba sövenlere, zalim amirlere, fitne çıkaranlara ad vermeden Allah lanet etsin” diye söylediği bilinmektedir.
Mazlumun bedduasını kabul olunacağına dair hadislerde vardır. Birçok kaynaklarda yer alan hadise göre Hz. Peygamberimiz Muaz b. Cebeli Yemen’e vali olarak gönderirken bazı görevlerini sıraladıktan sonra “Mazlumun bedduasından sakın! Zira onunla Allah arasında perde yoktur” diyerek, mazlumun bedduasının Allah’a ulaşmasını önleyecek bir engelin olmayacağını, mazlumun duasının kabul olacağını belirtmekte, zulüm ve haksızlık edilmemesi konusunda uyarmaktadır. Bir hadisinde “Zulümden kaçının, zira zulüm, kıyamet gününde zalimin karanlıklı bir azaba atılmasının sebebidir…” demiştir. Çünkü zalim, zulmeden kimseler, insanlara zulmederken aynı zamanda Allah’a karşı gelmektedirler.
Yine Hz. Peygamberimiz iki suçun cezasının dünyada verileceğine dair hadisin de şöyle demektedir: “İki suç vardır ki, bunların cezasını Cenab-ı Hak daha dünyada iken derhal verir. Bunlardan birisi başkasının hakkına bile bile tecavüz etmek. Diğeri de ana- babaya asi gelmektir.” Din Alimi Sadi’de zulmedenler, can yakanlar, ah alanlar için “Mazlumun gönül dumanının zalime ettiğini, kızgın ateş kuru otlara yapamaz” demektedir.
Mazlum, acı çeken, zulme uğrayan, hakkı yenen adaletin bir gün tecelli edeceğine inanarak sabretmelidir. Dünyada hakkını alamazsa dahi, ahrette Yüce Allah’ın ilahi adalet terazisi önünde zalimin, mağdur edenin hesap vereceğini, cezasını bulacağını Allah’ın vaadi olarak bilmelidir. Güzel bir söz de “Uğradığınız haksızlığın hesabını soramadığınızda üzülmeyin. Zira bazı hesapları sorma kuvvet ve kudreti sadece Allah’a aittir” denilmektedir. Zulme uğrasa da, hayat devam etmektedir, sabır ve tevekkül mazlum için mükâfattır. Bu konuyu İbrahim Hakkı Hazretleri çok güzel şekilde ifade etmektedir:
“Hakk şerleri hayr eyler / Zann etme ki gayr eyler / Arif onu seyler / Mevla görelim neyler / neylerse güzel eyler.
Deme! Bu niçin böyle / Yerincedir ol öyle / Bak sonuna sabr eyle / Mevla görelim neyler / Neylerse güzel eyler.”
Bazı Peygamberlerinde bedduada bulundukları lanet okudukları görülmektedir. Kuranımız Nuh Suresi 28. Ayette Nuh Peygamber “Ey Rabbim beni babamı, annemi mümin olarak evime gireni, bütün inanan erkeleri ve inanan kadınları bağışla! Zalimlerin ise helakını artır” demektedir. Yunus Suresi 88. Ayette ise “Musa dedi ki: Ey Rabbimiz, Sen Firavun’a ve adamlarına, dünya hayatında zinet, ihtişam ve nice nice mallar verdin; Ey Rabbimiz, yolundan saptırsınlar diye mi? Ey Rabbimiz, mallarını sil süpür ve kalplerini sıktıkça sık ki, o acı azabı görmedikçe iman etmeyecekler” demiştir.
Bununla birlikte genelde Hz. Peygamberimizin fazla bedduada bulunduğu görülmemektedir. Zaten “Falancaya lanet olsun” dememiş, “Şu günahı işleyenlere” diye beddua etmiş, lanet okumuştur. Daha çok af, ihsan ve adalete önem vermiştir. “Bir kötülüğün karşılığı onun dengi kötülüktür. Yinede bir kimse bağışlar ve böylece iyilik yolunu tutarsa, artık onu ödüllendirmek Allah’a düşer” demiş ve genellikle İslamiyet’e karşı isyan eden, direnen ve kötülük edenlere, beddua etmekten daha çok, onların hidayete ermeleri için dua etmiştir. Kuranımız Şura Suresi 43. Ayetinde bahsedildiği gibi “Kim sabreder ve bağışlarsa, işte bu muhakkak ki büyüklere yaraşır yüce davranışlardandır” mealindeki sözler de bağışlamanın, affetmenin üstünlüğünü açıklamaktadır.
Türk İslam kültüründe Padişah ve Hakanların, özellikle hayır ve hizmet vazifesi olan vakıflara yönelik bozma, yıkım, israflı ve kötü kullanımda beddua ettikleri görülmektedir.
Sultan II. Murad vakıf bedduasında şöyle demektedir: “… Kim Allah’ın kitabına ve Peygamberin sünnetine aykırı davranır, kardeşinin vakfının bozulması için uğraşır ve çaba gösterirse, Allah’ın gazabına uğrasın. Yeri cehennem olsun…” Aralık 1456 (1)
Fatih Sultan Mehmet ise, Ayasofya vakfiyesi için bedduasında ise şöyle demiştir: “İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse… Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun… Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır.Allah’ın azabı onlaradır.Allah işitendir, bilendir.” 1 Haziran 1453 (2)
Padişah II. Beyazıd, tahtı zorla bırakmaya mecbur eden oğlu Yavuz Sultan Selim’e “İlahi oğul! Beni berbat edip tahtımdan ettin. Dilerim Allah’tan, sen de genç yaşında berbat olup şir-i pençelere elinde gidesin!” diye bedduada bulunmuş, daha sonra Yavuz Sultan sırtında çıkan şir-i pençe adı verilen çıbanın verdiği yara ve rahatsızlık sonucunda vefat etmiştir. (3)
II. Bayezıd vakıf bedduasında ise; “… Herhangi bir kimseye bu vakfı değiştirmek, bozmak, için… uğraşır, fesh edilmesini veya başka bir hale dönüştürülmesine kastederse… Allah onların hesabını görsün. Malik onların isteklisi, zebaniler denetçisi ve cehennem nasibi olsun…” demektedir. 1 Şubat 1495 (4)
Kanuni Sultan Süleyman vakıf bedduasında ise şöyle demektedir:“Her kim ki; Allah’tan korkmayıp, vakıflarıma zarar vermeye niyet eder veya değiştirirse; dünyada zalimler grubundan sayılsın, ahrette elleri boş, Allah’ın rahmetinden mahrum ve sonsuz azaplarla azap olunsun…” Kanuni Sultan Vakfiyesinden (5)
II. Selim’de: “…Vakfın… Tahrif edilmesine, başka bir hale dönüştürülmesine kalkışmasın, şer-i şerife aykırı olan her türlü davranışa teşebbüs veya delalet eden veyahut yardımcı olan kimse, Allahın gazabına uğrasın… Allah’ın Meleklerin ve bütün insanların lanetleri onu değiştirenin üzerine olsun.” demektedir. 28 Nisan 1579 (6)
II. Osman (Genç Osman) padişah olunca, tahtı için tehlike gördüğü Şehzade Mehmed’i , fetva alarak idam ettirdi. Genç şehzade Mehmed son sözlerinde “Osman, dilerim Allah’tan ömrü devletin berbat olup, beni ömrümden nice mahrum eyledin ise sen dahi behremend olmayasın” diyerek beddua etmiştir. Daha sonra kendisine yapılan isyan sonucunda yakalanıp kementle boğuldu. O zaman halk arasında, canını aldığı kardeşi Şehzade Mehmed’in bedduasına uğradığı konuşuldu. (7)
Sultan II. Abdulhamid tahttan indirildiğinde haksızlık yapıldığını beyan ederek yapanlar hakkında beddua etmiştir. Kızı Ayşe Osmanoğlu bedduasını şöyle açıklar: “Babam hal fetvasını sonuna kadar dinledi sonra şu sözleri söyledi: otuzüç sene millet ve devletim için, memleketimin selameti için çalıştım. Elimden geldiği kadar hizmet ettim. Hakimim Allah ve beni muhakeme edecek de Resulullahtır. Bu memleketi nasıl buldumsa, öylece teslim ediyorum… Hizmetimi ancak Cenab-ı Hakk’ın takdirine bırakıyorum. Ne çare ki düşmanlarım bütün hizmetime kara bir çarşaf çekmek istediler ve başarılı da oldular! Allah düşmanlarımı kahretsin” (8)
Türk İslam tarihine baktığımızda son yüzyıllarda, milli ve dini değerlerimizde gittikçe bozulmalar olmaktadır. Haksızlığa uğrayan mağdur, mazlum, üzülen, kırılan, canı ve ciğeri yanan, hakkı yenen, zulme kalan ister istemez, tek sığınacağı, imdat kapısı olan Yüce Allah’a halini beddua şeklinde arzetmekte, haklı olarak medet ummakta, çare ve ceza istemektedir.
Gönlümüz arzu derki, çok yakın gelecekte milletimiz, şanlı zamanlarında olduğu gibi tarihi ve kültürel değerlerine sahip olarak, milli ve dini hasletlerini yaşayan günlere kavuşsun.
KAYNAKLAR
1-4-5-6- İbrahim Ateş-Vakfiyelerde Dua ve Beddualar -Vakıflar Dergisi Ank.1983 - S.54.35.34.51
2- Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları- 575 Nolu Vakfiye Defteri
3- İskender Pala - Şah Sultan - Kapı Yay. İst. 2010 - S. 405
7- Yılmaz Öztuna- Büyük Osmanlı Tarihi- Ötüken Yay.-İst.- S.12
7- Nazım Tektaş- Osmanlı Çadırdan Saraya Saraydan Sürgüne- Yeni Şafak Yay.- İst.- S.297
8- İbrahim Refik- Tarih Şuuruna Doğru- Albatros Yay.- İst.2007- S.125
Doç.Dr.Doğan Kaya- Dua ve Beddualar- www.dogankaya.com
Doç. Dr. Arif Ulu- Hz. Peygamber ve Beddua- Rağbet Yay. İst.2016
Halil Ersylu- Türk Dilince Dualar ve Beddualar- Ötüken Yay. –İst.2012
İslam Ansiklopedisi- Türkiye Diyanet Vakfı Yay. – Ank.1988
Hadislerle İslam- Diyanet işleri Başkanlığı- Heyet- Ank.2014