“Batılılar Afrika’ya geldiklerinde onların elinde İncil, bizim topraklarımız vardı. Bizden gözlerimizi kapatıp, dua etmemizi istediler. Gözlerimizi açtığımızda bizim elimizde İncil, onların ayaklarının altında bize ait topraklar vardı.”
Yukarıdaki sözler Afrikalı Aydın John Kenyatta’ya ait.
Tarihi gören bugünü de görür, geleceğide
Aynı faktörler bir araya gelince, sonuçta aynı olur
Öyleyse tarihten örnekler verelim.
Batı kimmiş, ne yapmış, bugünde ne yapmayı düşünüyor.
1889 -1909 arasındaki yirmi yılda, Ermeniler; çoğunluğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da olmak üzere 32 isyan ve olay çıkardılar.
1896 Temmuz’undaki “ İstanbul Osmanlı Bankası Baskını” Ermenilerin, Sultanahmet’te toplanarak Galata’ya yürümeleri ile başladı. Avrupa tarafından tahrik edilmiş ve şımartılmış olan Ermeniler Osmanlı’nın başkentinde, devlete kabadayılık taslayarak, hakaretler, küstahlıklar ve taşkın hareketlerle Eminönü’ne ulaştılar. Başıboş kitle Galata’ya varınca Osmanlı Bankası’na saldırarak, binanın altını üstüne getirmeye koyuldular.
Onlar bu işi yaparken Tophane rıhtımında ekmeğini kazanmaya çalışan hamal, çımacı ve kayıkçılardan oluşan Türklerin tepesi attı. Sopalarla, çıldırmış haldeki Ermenilerin arasına daldılar; kan gövdeyi götürdü.
Ertesi gün, ne kadar Avrupa devleti varsa, hepsinin elçileri Saray’ da, Sultan II. Abdülhamit’ in huzurunda idiler.
Ağızlarından adeta köpük saçarak, Ermenilere arka çıkıp bir gün önceki olayı protesto ettiler.
Sultan II. Abdülhamit gayet sakin, elçilere “beni takip edin” dedi. Çok geçmeden bir odanın önünde durdu, kapısını açtı ve içeriyi gösterdi. Oda ağzına kadar silah doluydu.
Elçilere döndü ve şunları söyledi:
“Bu silahları Ermeni yurttaşlarım kullandı. Benim ülkemde bu silahları üreten bir fabrika yok!“
Sonra onları başka bir odaya götürüp içeride istif edilmiş sopaları gösterdi:
“Bunları ise Türk yurttaşlarım kullandı. Hepside ülkemin ormanlarından…”
İşte Batı ( Avrupa-ABD-AB) bu, tarihten küçük bir örnekti.
Yüz sene önceki figürleri Ermenilerdi…
Ermenilerin elinden silahları alıp, depolayabilen bir irade varmış.
Kurtuluş savaşında büyük başarılara imza atmış, Kütahya’dan hareket ederek Yozgat’ta çıkan Çapanoğlu isyanını dahi bastıran Çerkez Ethem, savaşın bitiminde kendisinden emrindeki savaşçıların silahlarının toplanması istendiğinde, bunun mümkün olmadığını belirtip, karşı çıkmıştır. Sonrası malum. Yunanistan ve daha sonra da Ürdün’de sonlanan bir yaşam…
ABD’ye dediniz ki Suriye’de IŞİD işini bize bırakın. Moskova’da Suriye, İran ve Rusya’ya dediniz ki İdlip’te ikamet ettirilen Esad muhalifi ÖSO ve enseden insan kesen hayvan sürüsü EL- NUSRA cephesini ben halledeceğim diye taahhütte bulundunuz.
Perşembe günü Soçi’de, ne zamana kadar bekleyeceğiz dediklerini duyduk... İnsanlar oraya müdahalede bulunacaklar. İdlip’te kıyamet yaklaşıyor. Kaçan eli silahlı çetelerin nereye gideceği benim için malum...
Ver silahları…
Vermem…
Bize Kırıkhan Yalankoz’da bir kamp verin demeyeceklerini nereden biliyoruz. Suriye bu hale getirilirken bizi kullanıp, sokağa mı bırakıyorsunuz diye duygusallıklar yaşanabilecektir. Ne pazarlıklar yapıldığının ortaya çıkacağı günlere yaklaşıyoruz.
Filistinli mültecilerin 1973 yılında Lübnan’a yerleştirilmeleri sonunda yaşananları yazarak geldik. Dört milyon Suriyeli mültecinin ortasına ÖSO ve EL-NUSRA’yı yerleştirirseniz bu ülkeye en büyük kötülüğü yapmış olursunuz.
Yaşamakta olduğumuz ekonomik krizin, devalüasyonların, enflasyonların, işten çıkarmaların, iş yerlerinin kapanmasının, üretmeden tüketmenin siyasi sonuçları da olacaktır.
Ekonomik krizin meydana getirdiği yarılmalarla oluşan her türlü toplumsal çöküntünün, yaşam biçimi haline gelmesinden korkarım.
Başta Diyarbakır olmak üzere Güneydoğudaki yüzde altmış beşlere ulaşmış genç işsizlik oranları, gençler olgusu, PKK ve IŞİD’i besleyecek en önemli dip faktör olduğunu söylemek yanlış bir kavram olmayacaktır.
Yoksulluk bütün kötülüklerin anasıdır.
Batılılar, dört gün önce Varşova’da sözüm ona İran konulu konferans başlattılar. Bölge bir bütündür. İran’ın ele alındığı bir yerde Türkiye, Irak ve Suriye’nin konuşulmaması beklenmemelidir.
Ben bilirim, ben yaptım anlayışıyla ekonomik ve siyasi olarak duvara toslamış bir vaziyette yerel seçimlere gidiyoruz.
Rahmetli aile dostumuz Ayla Erbakan’ın “evimin önünden bok aksa da bir siyasi tercihim olacaktır… Birlik beraberlik içinde çıkmak önemlidir”demişti.
Yerel seçimlerin sonuçları ne olursa olsun, Sayın cumhurbaşkanı, 1 Nisan günü bütün siyasi parti liderlerinin katılacağı bir masa kurmalıdır. Milli bir koalisyonun ateşini yakıp, yeni bir Kurucu Meclis ile Türkiye’ye yakışır, herkesin mutlu olacağı, özgürlükçü, eşitlikçi, adaletli, bütün kesimleri kucaklayıcı, kuvvetler ayrılığı ilkesinin arkadan dolanılmayacağı yeni bir anayasayı topluma sunabilmenin sorumluluğunu almalıdır.
Son maddesi de herkes kendi yerine marş marş olmalıdır.
Reçete budur.
İstediğiniz kadar kararname çıkarın.
İstediğiniz kadar Bakan ve Yönetici atayın.
Olmadı…
Olmuyor…
Olmayacak…
Albert Einstein,“Aptallığın en açık kanıtı, aynı şeyi defalarca yapıp, değişik sonuç almayı beklemektir” diyor…