Herkes ‘biz hukuk içindeyiz, hukukun peşindeyiz’ diyor. Bu gerekçeyle eline geçirdiği hukuk sopasıyla karşı tarafa, rakiplerine dayak atmaya çalışıyor.
Hiç bir ayrımsız bütün taraflara soruyorum!
Hukuku çiğneyen kim?
Hukuk karşısında hukuk tanımaz işlemleri yapan kimler?
İsterseniz konuyu günlük hayatımızdan basit gibi görünen bir örnekle başlayalım. Sokak hayvanlarının vahşice öldürülmesine ne dersiniz? Bu fiil ve hareketleri yapanlar kimlerdir? İlgili yetkili görevliler ne yaptı? Bizler ne yapabildik? Öyle anlaşılıyor ki hukuk gene yetersiz kalıyor.
Ya kadına şiddete ne dersiniz?
Bu sosyal yara toplum olarak, bir birey yurttaş ve inanmış bir Müslüman olarak hepimizin utancı ve yüz karasıdır. Kadının yaşama hakkı, insan olma, anne olma, kadın olma hak ve hukuku nerede?
Her gün şahit olduğumuz insanlık dışı iğrenç kadın cinayetlerini saymakla bitiremeyiz.
Ne zaman son bulacak yürekleri parçalayan bu vahşetler?
Devlet nerede!
Aileden sorumlu bakanlık ne yapıyor?
Toplumun temeli ve çekirdeği aile müessesesi ne kadar sahip çıkılabiliyor?
Bu soruları çoğaltabiliriz…
Yara çok büyük ve derin. Toplumsal ahlaki çöküntü sanki bir kanser gibi vücudumuzun her yerini sarmış ilerliyor.
İnsan da topluma hizmeti amaçlayan kurumlar, resmi, sivil, yerel veya genel ilgili bütün paydaşlar, biz neden bu hale düştük diye çok ama çok düşünmemiz gerekir.
Hak yemeler, hak ihlalleri, hukuksuz işlemler toplum vicdanını rahatsız ede ede toplum adeta gerildi. Toplum çok mutsuz ve yorgun… Çözümü hukukta değil, kuvvet ve şiddet te arıyor. Oysa hepimizin barış ve hukuka ihtiyacımız var.
O zaman herkes hukuk kültürüne ne kadar içselleştiriyor?
Bu konuda ne kadar bilinçli, uygar, çağdaş bir insan olmanın gerekliliği içerisinde başkalarının hak ve hukukuna saygı gösterebiliyor muyuz? Önce kendi nefsimizde, özel yaşantımızda, ailemizde, yöneticilik yaptığımız iş yerinde bütün bunları sorgulamalıyız.
Eğer yolun başındayken öz eleştiriyle hata ve yanlışlarımızı düzeltemezsek çok acı ve düşündürücü olaylarla karşı karşıya kalırız. Örneğin, tıpkı hasta yakınları tarafından darp edilen, burun kemikleri kırılan, kaşı gözü patlamış doktor gibi. Tıpkı öğrencisi tarafından altı yerinden bıçaklanarak öldürülen eğitim emekçisi Necmettin öğretmen gibi. Geride kalan dul eşi ve 3 çocuğu... Peki, hukuk nerede? Adalet vicdanların yarasını ve sızısını dindiriyor mu?
Hak hukuk konuları açıldığında aklıma iğne çuvaldız örneği gelir. Yüce peygamberimiz Hz. Muhammedin; “Kendi nefsin için istediğini başkaları içinde iste. Kendi nefsi için istemediğini başkaları için de isteme” hadisi sevgi, kardeşlik ve sosyal barışın bir reçetesi olamaz mı?
Adalet ve hukuk kültürümüzde; koyun, kurt, kuzu ve Fırat’ın ötesi hikâyesi önemli adalet mesajları içerir. Adalet kavramına olan inanç toplumsal huzuru ve Devlete olan güveni oluşturur. Çünkü devlet adalet mekanizması ile kamu düzenini ve toplum düzenini sağlamaktadır.
Devlet geleneğimizde vatandaşımızın “Adalet e karşı boynum kıldan ince” ve “Şeriatın ( adalet ) kestiği parmak acımaz” Atasözü ile de adaletin önemi kulaklarımıza küpe olmuştur.
Yıllardan beri devam eden hukukun üstünlüğü, hukukçunun üstünlüğü yada üstünlerin hukuku gibi kavramlar günümüze kadar hep tartışıla gelmiştir. Tartışmalar bir yana, hem vicdanlarda hem devletin kamu düzeninde adaletin yaşaması lazım. Çünkü adalet herkese lazım.
Yazımı, 1453 yılında İstanbul’un fethini gerçekleştirerek, İslam peygamberi Hz. Muhammed (SAV)’ın övgüsüne mazhar olan, çağ kapatıp çağ açan, zihinlerden ve gönüllerden fethi başaran muhteşem ecdadımız Fatih Sultan Mehmed Han’ın şu önemli veciz sözleri ile tamamlıyorum:
“Akıl ölünce ahlak ölür, ahlak ve akıl ölünce toplum bölünür. Mahkemeden kadıyı satın aldığın gün adalet ölür. Adalet ölünce devlet ölür.”
Atamız bu güzel öğüt dolu veciz sözünü, sanki 500 yıl önce bizim bugünkü halimizi görmüş gibi bu sözleri söylemiş.
Yattığı yer Cennet mekân olsun.
Dostlar, bilmem başka söze gerek var mı?
Kalın sağlıcakla…