Bu sese bütün yüreğinizle kulak veriniz,
“Fatih” olabilmek!
21. asrı o ruha taşıyabilmek!
Asıl ideal, bu milletin “kızıl elması…” olmalı.
İstanbul’u fetheden bir ruh vardı!
O ruhi derinliklerden süzülen ifade ile Fatih ne diyorlar?
“Ben bu milletimle değil Bizans’ı dünyayı bile fethederim!”
Fethi hazırlayan; O resim, O desen, O çizgi ve O boya;
Maddi ve manevi planda bir büyük hazırlığı ifade eder!
Kur’an’ın beyanıyla, “emrolunduğun gibi dosdoğru ol!”
Bir millet olarak, “sımsıkı Kur’an’ın ipine sarılmak…”
Fethin idrakinde, “Kur’an’ın ahlakıyla ahlaklanmak…”
Bütünüyle, “Asrı Saadet terbiyesi…”
*** ***
Fatih’teki iradeyi, kararlılığı onun sözlerinden de okumanız mümkündür…
Bizlere ışık tutacak o sözlerden birkaçı;
“İmparatorunuza söyleyin. Şimdi ki Osmanlı Padişahı öncekilere benzemez.
Benim gücümün ulaştığı yerlere, sizin imparatorunuzun hayalleri bile ulaşamaz.”
“ Ya Ben Bizans’ı alırım; Ya da Bizans Beni.”
“ Fatih olmasaydım Ulubatlı Hasan olmak isterdim”
“ Yapmak istediğimi sakalımın bir teli bile bilseydi,
sakalımın o telini hemen koparır ve yakardım”
“Bu dünya ölümlüdür. Her fani gibi bende ölümü tadacağım.”
“Dünya devleti ebedi değildir. Fani cihanda hiç kimse de ölümsüz değildir.
İnsanların dünyada nefesleri sayılıdır ve ölümsüzlük kapısı kapalıdır.”
“ Hayatım boyunca Allahın emirlerinden dışarı çıkmadım.
Allah’ın rızasını kazanmak için uğraştım. Tek gayem bu İdi.”
“Şeyhim Akşemseddin Hazretleri ile beraber yaptığım zikrin lezzetine, dünyaları bile değişmem.
Eğer şeyhim izin verseydi zikir yolunu tercih eder, saltanatı terk ederdim”
Fatih, “kendisini…” tarif eder!
Zarafeti, sadeliği, inceliği, duruluğu, hukuku ve marifetiyle!
Kesinlikle, bir öfke değil; “tevazu abidesi…”
Hayatıyla bir, “aşk kasidesi…”
Bütün terennümüyle, “divan-ı hikmet rahlesi…”
Fatih, Hocası Akşemseddin’e sorarlar;
“İnsan açlığa ne kadar dayanabilir?”
Akşemseddin cevap verirler;
“Ölünceye kadar!”
Açlık, onda aşkı ilahi vardır…
Varlığın gayesini sürekli okumaya azmetmiş bir açlık!
Fatih’e sorarlar:
“İstanbul’u niçin fethettin?”
Zor soruyu kolaylaştıracak bir cevap;
“Çünkü o benim gönlümü fethetti!”
Tıpkı rüzgârın aşıladığı bulutlar misali…
O damlalarda gözyaşı vardır, O damlalarda hayatın kendisi vardır
Fatih, çocukluğu cıvıl cıvıldır; Yaramaz mı yaramaz…
11.Murat dayanamaz, gözünden titrediği Fatih’e dönerek;
“Ne kadar yaramaz bir çocuksun, senden adam olmaz” diye çıkışır.
Fatih’in yanında bulunan büyük Veli Akşemsettin gülümseyerek cevap verirler;
“Peder ne der, kader ne der!”
Batı gözüyle bu Ulu Hakan’ı dinlediniz mi?
İşte sizlere İtalyan Zorzo Dolfin;
“Sultan Mehmet, çok az gülerdi. Zekâsı, daimi bir çalışma halindeydi.
Çok cömertti. Her işte fevkalade atılgan, hatta cüretkârdı.
Seçtiği hedeflere erişmek için çok ısrar ederdi.
Soğuğa, sıcağa, açlığa, susuzluğa tahammüllüydü. Kesin konuşur, kimseden çekinmezdi
Zevk ve sefadan uzaktı. Türkçe, Yunanca ve Sırpçayı çok iyi konuşurdu.
Her gün bir müddet okurdu. Roma tarihi, başka devletler tarihi…
Avrupa’daki bütün devletleri tanırdı.
Özellikle İtalya’nın coğrafyasını en ince noktasına kadar bilirdi
Ve bir Avrupa haritasını yanından ayırmazdı.
Askeri ve coğrafi ilimlerle isteyerek meşgul olur. Araştırmalar, incelemeler yapardı.
Tabiiyeti altında bulunan ülkelerin âdet ve şartlarını devletin,
Ve bölgenin menfaatlerine kullanmakta maharetliydi.”
Fransızların ünlü devlet adamı Napolyon’a,
“Siz mi daha büyüksünüz yoksa Fatih Sultan Mehmet mi?
Fransız Hükümdarının cevabı hayatın da, tarihinde gerçeğidir bir bakıma;
“Büyüklükte ben onun çırağı bile olamam,;
Çünkü ben, kılıçla zapt ettiğim yerleri henüz hayattayken geri vermiş bir bedbahtım.
Fatih ise fethettiği yerleri, Nesilden nesle intikal ettirmenin sırrına ermiş bir bahtiyardır.”
Fatih’in bir dilenciye verdiği cevap müthiştir;
Sultan Mehmed, dışarıda gezerken, yanına gelen dilenciye bir altın verir.
Dilenci aldığı parayı beğenmez.
“Aman Sultanım, koskoca padişah kardeşine bu kadar mı para verir?“
Padişah, nereden kardeş olduklarını sorunca da şöyle cevap verir:
“İkimiz de Hazreti Âdem’in çocukları değil miyiz? O yüzden elbette kardeşiz.”
Sultan’ın cevabı gecikmez:
“Bu keşfini sakın ola ki başkasına söylemeye kalkma.
Diğer kardeşlerimiz de pay isterlerse sana zırnık bile düşmez.”
Oğlu Mehmet’in yaklaşan doğumu üzerine, II. Murad sabaha kadar uyuyamaz,
Gece boyunca Kur’ân-ı Kerim okuyarak müjdeli haberi bekler.
Tam Fetih Suresi’ni okuduğu sırada oğlunun doğum haberi padişaha iletilir.
Sultan bu müjdeli haber üzerine:
“Ravza-i Murad’da bir gül-i Muhammedî açtı” der.
(Murat’ın bahçesinde Muhammed’in bir gülü açtı.) Asırların beklediği, fetih müjdesi…
O müjdenin en sıcak ifadesi 11. Murat’ın sözlerinde tecelli edecekti…
Fatih’in asrımıza kadar yansıyan vasıfları; Fatih Sultan Mehmed, soğukkanlı ve cesurdu.
Ne istediğini, ne yapacağını, ne yapabileceğini bilen bir karaktere sahiptir.
Çok merhametli ve müsamahalıydı. Askeri ve siyasi sahada eşsiz bir deha idi.
Çok başarılı bir diplomattı. Osmanlı donanmasının kurucusu Fatih’tir
Fatih Sultan Mehmed, ilme, sanata ve ilim adamlarına çok kıymet verirdi.
Fatih Sultan Mehmed, kelam ve matematik ilminde devrinin en büyük
otoritelerinden biriydi.
Fatih Sultan Mehmed, teşkilatçı ve imarcı idi.
Fatih, asrın nöbetinde… Tarihin, odak noktasında…
Yeni bir çağa kapı açacak kadar donanımlı adil yüzlü devlet adamıdır, O! Fatih’i, günümüzün devlet adamlarının daha iyi anlamaları,
Ve okumaları gerektiğine inanıyorum…
Ondaki irade, mahcubiyeti ile birlikte büyümüştür…
FETHİN 566. YILINDAYIZ!
İstanbul, maddi olduğu kadar bu milletin;
“Mana fethi…” olduğunu da düşünmeliyiz.
Bu fetihle, Osmanlı “yükseliş dönemine…”
Bir devletin, “fütuhat çağı…” başlayacaktır.
Bu fetihle, Tarihi Roma İmparatorluğu ömrünü tamamlayacaktır.
Bir, çağ kapanacak ve “yeni bir çağ…” başlayacaktır.
İstanbul’un fetih müjdesini Allah Resulü 8 asır önce haber verecektir;
“İstanbul mutlaka fethedilecektir.
Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan; o ordu ne güzel ordudur.”
Fatihte ki irade mükemmeldir;
“Ya İstanbul beni alır, Ya ben İstanbul’u…”
Bu iradenin kaynağında ne vardır?
“Ehl-i İslam’ın mücerret gayretidir, gayretim”
O gayretin içinde asırlara ışık saçan yıldızlar vardır;
Ebu Eyüp Ensari şehadeti, “fethin alametidir!”
Şehadetinde seslenecektir?
“Beni alın götürebildiğiniz yere kadar ileriye götürün.
Hatta imkân varsa surların içine girin ve beni oraya gömün…”
Tıpkı, toprağa atılan ‘tohum’ misali!
“Ulubatlı Hasan…"
Ulvi fedakârlığın, fetih hasretiyle kendisine yüceleri seçen, o iradede, ‘fethin şehadeti’ olabilecek kahramanlar…
Usta Kalem Yahya Kemal,
“Biz İstanbul’da mekânı değil, zamanı fethettik” diyorlardı!
İstanbul’un fethinin üzerinden 566 yıl geçmiş…
Fatih Sultan Mehmet’e gelinceye kadar, İstanbul 29 defa kuşatılmıştır…
İstanbul’u fethetmek, ‘kıtaları fethetmekti…’
İstanbul’u fethetmek, ‘asırları fethetmekti…’
Tarihin gidişatı değişecekti!
Asya’dan Avrupa’ya köprü kurulacaktı…
İstanbul’dan, ‘deryalara…’ ve ‘kıtalara…’ hükmedecekti!
İstanbul, bu milletin ‘kızıl elması…’ olacaktı!
Fatih, 1100 yıllık Doğu Roma İmparatorluğunu ortadan kaldıracaktı!
*** ***
Fatih, 25 sefere katılacaktı…
Bu seferlerle, İstanbul’u kuşatabilecek bütün ‘yollar…’ emniyet altına alınacaktı!
Fatih, babasından aldığı,
“ 880 bin km2 vatan coğrafyasını fütuhatlarla 3’e katlayacak
Ve 2.214.000 km2’ye ulaşacaktı…”
Fatih’i yetiştiği iklimde kimler yok ki?
Akşemseddin, Molla Hüsrev, Molla Gürani, Molla Yegân,
Hızır Bey Çelebi, Hocazade, Ali Kuşçu…
Fatih Dönemi, ‘devletin kuruluş ve yükseliş’ dönemidir…
Fatih’in hedefinde, “Batı Roma” ve dolayısıyla, Kıta Avrupa’sı vardır…
Fatih’in, Bizans İmparatoruna bir sözü vardır;
“Benim gücümün ulaştığı yere, sizin hayalleriniz bile ulaşamaz…”
O büyük hayalleri yaşamak isterim…
Üstat Necip Fazıl bir şiirinde ne diyorlar;
“Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler
Yedi renk yedi sesten sayısız belirişler…
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Ada’da rüzgâr, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından,
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar…
Gecesi sümbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul, İstanbul…”
Arif Nihat Asya’nın ‘gençliğe çağrısı’
“Yürü, hala ne diye kendinle savaştasın?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!”
Fazıl Hüsnü Dağlarca ise şöyle seslenecekti;
“Cihanın yarısı gök;
Önünde şehit şehit durmuşuz,
Cihanın yarısı İstanbul
Almışız.”
İstanbul, bir cihan şehri…
İstanbul, Cihana hükümranlık ‘tuğrası…’
Bir de şöyle bakalım;
Allah Resulü (asv) 850 yıl öncesinden;
“İstanbul’un fethini haber veriyor!”
Bu nedir?
Bu milletin, “Doğu Roma’yı kaldıracağına…”
Bir büyük, ‘cihan devleti kuracağına…’ işarettir.
Fethi tefekkür etmek,
Bu milleti, ‘geleceğe…’ hazırlamaktır!
Fatih Sultan Mehmet’in, Hz. Muhammed’e (asv) yazdığı şiir;
“Sen kokmayan gülü neyleyim,
Neyleyim sensiz baharı?
Sen doğmayan günü neyleyim,
Neyleyim sensiz ben dünyayı?
Senin tenine değmeden gelen yağmuru istemem,
Meltemi istemem.
Seni parlayacaksa parlasın yıldızlar,
Sana yanmayan yıldızı semalarda istemem.
Bülbüller söyleyecekse seni söylesin,
Senden okumayan bülbül olsa dinlemem.
Özlemim sen olacaksan yansın yüreğim,
Sılası sen olmayan gurbeti istemem, vatanı istemem.
Bir ateş yakacaksa beni kalbimden,
Senin aşkının ateşi yaksın,
Senden gayrı başka bir aşkla kül olursa kalbim,
Bu kalbi istemem, ateşi istemem, koru istemem.
Seni göremediğim vahalar bedevilerin olsun,
Ben senin çölünü isterim, suyu istemem.
Sana çıkacaksa durmaz yürürüm,
Sonu sen çıkmayan yönü istemem, yolu istemem.
Ben gönüllü bir köleyim, kulağımda küpem.
Kalbini fethedecekse geçerim bin Sina’yı birden.
Yoksa neyime?
Bu fethi istemem, Mısır’ı istemem, cihanı istemem.
Ben Sultan Fatihim, önündeyim İstanbul’un.
Yakarım bu şehri yüzünde bir tebessüm için.
Yoksa gül yüzünü güldürmeyen sultanlığı istemem, İstanbul’u istemem.
Ben bir garip yunusum, yazdığım sensin, yandığım sen.
Senden gayrı bir aşka ben kalemi istemem, kâğıdı istemem.
Ben senin ümmetinim, sensin benim efendim.
Senden gayrı, senden başka efendi istemem, sevgili istemem, istemem…”
Bedrettin KELEŞTİMUR