1974 yılının 14 Temmuz günü İsmet Sezgin Parkının arkasındaki evimizden yeni satın aldığımız, bugün Atatürk Bulvarı olarak adlandırılan caddede, Aydın Lisesine bakan bir apartmanın altıncı katına taşınmıştık.
Annem Gazipaşa Ortaokulunda öğretmen, boy boy beş çocuk Ekrem Çifçi İlkokulu, Gazipaşa Ortaokulu ve Aydın Lisesi’nde okuduğu için babam okullara en yakın olan bu daireyi tercih etmişti.
Evin büyük kızı olarak yerleşmeye yardım ediyor, 15 Temmuz günü balkon yıkarken bir yandan da pencereye koyduğum transistörlü radyodan haber dinliyordum. Nikos Samson isimli EOKA’cının Kıbrıs’ta darbe yaptığını, Makarios’un kaçtığını duydum. Hiç sevmediğimiz Makarios’un birden iyi adam oluvermesi beni biraz şaşırtmıştı.
Bu haberi dinleyince “Otuz yıl sonra da Kıbrıs sorunu olacak mı acaba?” diye düşündüğümü anımsıyorum.
Çünkü kendimi bildim bileli bir Kıbrıs sorunumuz vardı.
24 Aralık 1963’de Kıbrıs tarihine “Kanlı Noel” diye geçen olayda Rumlar, Kıbrıs Türk alayının doktoru Binbaşı Nihat İlhan’ın üç küçük çocuğu ile eşini banyo küvetinde üst üste kurşunlayıp katletmişlerdi.
Gün geçmiyordu ki Kıbrıs’tan bizleri üzen bir haber gelmesin. 1964’de Türk Hava Kuvvetlerinin Kıbrıs’ta gerçekleştirdiği uyarı uçuşunda uçağı Rumlar tarafından düşürülen Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel ağır işkencelerden geçirilerek şehit edilmişti.
Çok küçüktüm ama evde bunlar konuşulur, radyo haberlerinde bu haberleri üzülerek dinlerdik. Sık sık hastalanan bir çocuk olduğum için iğne yapılırken ağlamayayım diye babam, Kıbrıs’ta kahraman bir kız çocuğunun cesaretiyle köyü kurtardığını anlatarak beni yüreklendirirdi. Kısacası Kıbrıs sorunu hayatımızın bir parçası idi.
Nikos Samson’un adadaki darbesinden sonra soruna barışçı bir çözüm bulabilmek için Türkiye bir diplomasi atağına geçti. Birleşmiş Milletler’de toplantılar yapıldı ama sonuç alınamadı.
O sırada CHP-MSP koalisyonu işbaşında, Ecevit başbakan, Erbakan başbakan yardımcısı idi. Amerika yine 10 yıl önce İnönü’ye yaptıkları ambargo uygularız, muhtemel bir Sovyet saldırısında NATO yanınızda olmaz gibi tehditleri ileri sürerek Türkiye’nin adaya çıkmasını önlemeye çalışıyordu. Bu arada günler geçiyor, Kıbrıs Türk halkının kanı dökülüyordu.
Sonuçta koalisyon ortakları Türkiye’nin bu milli menfaati karşısında birlikte hareket ederek 20 Temmuz 1974 sabahı saat 06.05’de KIBRIS BARIŞ HAREKATINI başlattılar.
O sabah gökyüzü Türk paraşütçüleri ile dolmuş, Türk ordusu karadan, havadan ve denizden Kıbrıs’a çıkmaya başlamıştı. Hızla ilerlediler, Türk köylerini Rum saldırılarından temizlediler. 22 Temmuz günü Girne’yi aldılar, Lefkoşa’ya paraşütle indirme yaptılar.
Bu kez Birleşmiş Milletleri bir telaş almış, Türk yürüyüşünü durdurmak için ateşkes ilan etmişlerdi.
Türkiye bu ateşkese uydu, hatta iyi niyet gösterisi olarak işgal ettiği Larnaka ve Limasol’daki bazı köyleri geri verdi ama Rumlar uymadılar, ellerindeki esirleri iade etmediler.
Dışişleri bakanımız Turan Güneş ateşkes süresince Cenevre’de barış görüşmeleri yapıyordu. Uzun süren görüşmelerden sonuç alınamayacağı ortaya çıkmıştı. Ankara’ya “Ayşe tatile çıksın” diye şifreli bir haber göndererek barış harekâtına devam edilmesi mesajını vermişti. Tarihimize geçen Ayşe, kızının ismiydi ve kimsede şüphe uyandırmamıştı.
13 Ağustos 1974 tarihinde 2. Barış Harekâtı başladı ve Türk ordusu kaldığı yerden yürüyüşüne devam etti.
Siz hiç Muratağa, Sandallar ve Atlılar köyü isimlerini duydunuz mu? Sanmıyorum. Gençler duymamış, yaşı elliyi, altmışı geçenler de çoktan unutmuştur. Oysa tarihimizde çok önemli bir yeri vardır bu üç Türk köyünün.
14 Ağustos 1974 tarihinde EOKA-B güçleri bu üç köyde yüzlerce Kıbrıs Türkünü katlettiler. Türk ordusu olmasa daha kim bilir nerelerde neler yapacaklardı. Çünkü amaçları adada bir tek Türk bırakmamak idi.
Amacım düşmanlıklar yaratmak değil ama tarihimizi unutmamalıyız. Çünkü kimse unutmuyor.
Savaştan sonra Türkiye’ye hem ekonomik hem siyasi ambargolar uygulandı, çok zor günlerimiz oldu, her şeye rağmen haklarımızdan vaz geçmedik. Kuzeyde özerk bir federe Türk Cumhuriyeti kuruldu fakat sorunlar devam etti. Sonuçta 15 Kasım 1983’de Kıbrıs Türk Meclisinde yapılan oylama ile Türk kesimi self determinasyon hakkını kullanarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etti ve Rauf Denktaş kurucu cumhurbaşkanı oldu.
Böyle bir yazıda bütün hayatlarını Kıbrıs davasına adayan rahmetli Rauf Denktaş’tan, Doktor Fazıl Küçük’ten, EOKA’cı lara karşı Türkleri korumak için kurulmuş kahramanlar ordusu Türk Mukavemet Gücü’nden söz etmemek onların anılarına saygısızlık olur.
Aradan kırk dört yıl geçti. Türkiye’nin kanıyla, canıyla bedel ödediği Kıbrıs’ta bir daha kan dökülmedi, ordumuz, üniversitelerimiz ve otellerimiz ile bir daha çıkmayacağımızı tüm dünyaya gösterdik.
Sabit bir uçak gemisi gibi Doğu Akdeniz’e hâkim konumu, çevresinde son yıllarda bulunan doğal gaz ve petrol rezervleri ile Kıbrıs bugün de önemini koruyor. Ama en önemlisi orada yaşayan soydaşlarımız. Onların can güvenliği hala her şeyden önemli.
Size biraz Kıbrıs tarihinden söz etmek istiyorum.
Kıbrıs adası 1571 yılında Venediklilerden alınmış ve 300 yıl kadar Osmanlı egemenliğinde kalmıştır.
Sokullu Mehmet Paşa’nın Venedik Büyükelçisine söylediği “Siz İnebahtı’da donanmamızı yakmakla bizim sakalımızı kestiniz, biz sizden Kıbrıs’ı alarak kolunuzu kestik. Kesilen kol yeniden çıkmaz ama kesilen sakal daha gür çıkar” sözleri tarihe geçmiştir.
Ada, 93 Harbi olarak da bildiğimiz 1877-78 Osmanlı Rus Savaşında alınan ağır yenilgiden sonra İngiliz desteğini sağlamak için İngiltere’ye kiralanmıştı.
Antlaşmaya göre savaş bittikten ve Rus tehlikesi geçtikten sonra adanın Osmanlı devletine iade edilmesi gerekirken İngiltere, sömürgesi olan Hindistan yolu üzerindeki bu önemli yeri iade etmemiş, 5 Kasım 1914 tarihinde adayı ilhak ettiğini bildirmişti. Fakat 1. Dünya Savaşı sonrasında adadan çekilmesi söz konusu olunca Türkiye’ye mi, Rumlara mı bırakacağı sorunu ortaya çıkmıştı.
Oysa Osmanlı adayı 1571’de Rumlardan değil Venediklilerden almıştı.
1950 yılında Kıbrıs Rumları adanın Yunanistan’a bağlanmasını istemiş fakat Birleşmiş Milletler bu isteği reddetmişti.
Bu tarihten sonra Rumlar kısa adı ENOSİS olan adanın Yunanistan’a bağlanması projesini gerçekleştirmek için EOKA isimli örgüt eliyle Türklere yönelik kanlı saldırılar yapmaya başladılar.
Bütün bunlara karşı Kıbrıslı Türkler de Türk Mukavemet Teşkilatı’nı kurmuşlardır ki bu tam bir kahramanlık öyküsüdür.
1959 yılında Türkiye ve Yunanistan bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulması konusunda anlaşmışlardır. Anlaşmanın imzalanmasından sonra 13 Aralık 1959 yılında yapılan seçimlerde Makarios Cumhurbaşkanı, Doktor Fazıl Küçük Cumhurbaşkanı Yardımcısı seçilmişlerdir.
Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmasını sağlayan Zürih-Londra anlaşmaları Demokrat Parti’nin ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun önemli bir başarısıdır. Çünkü bu sayede Türkiye, uluslararası hukuk açısından konuya taraf olma; “GARANTÖRLÜK” hakkı kazanmıştır. Ancak Rumlar bu anlaşmaya rağmen Yunanistan’a bağlanma isteklerinden vaz geçmemişler, 1 Ocak 1964 tarihinde Makarios, Zürih-Londra anlaşmasını feshettiğini açıklamıştır.
Adadaki kanlı olaylar Türkiye’nin “Garantör” olarak adaya müdahale hakkını doğurmuşsa da ABD Başkanı Johnson, İnönü’ye gönderdiği sert bir mektupla buna karşı çıkmış ve NATO’nun verdiği silahları burada kullanamayacağımızı, SSCB’nin saldırısı halinde NATO’nun bize destek olmayacağını bildirmiştir.
Zaman içinde Makarios ile arası açılan EOKA, süreci hızlandırmak için 15 Temmuz 1974’de Makarios’a karşı darbe yapmış, liderleri Nikos Samson yönetime el koymuştur.
Bundan sonra yukarıda anlattığım Kıbrıs Barış Harekâtı başlamış ve 1967’den beri Yunanistan’da devam eden albaylar cuntasının faşist yönetimi ile Kıbrıs’ta Nikos Samson yönetimi yıkılmıştı.
Şimdi gelelim yine benim balkon yıkadığım o ana. Heyecanla anneme haberi anlattım. Bir subay eşi olarak annemin normalden fazla endişelendiğini, akşam babam eve gelince “Her şeye hazır olmalıyız” dediğini anımsıyorum.
20 Temmuz 1974 sabahı silahlı kuvvetlerimizin Kıbrıs’a çıktığı haberini heyecanla dinledikten sonra bir kısım eşyaları sığınak olarak kullanmak üzere apartmanın bodrumuna taşımaya başladık. Akşamları karartma uygulanması nedeniyle tüm pencereleri battaniye ve siyah kartonlarla kapatarak ışık sızmasını önledik. Gece bekçileri ışık sızan evlerin kapısını çalarak uyarırlardı.
Karartma geceleri heyecanlı gecelerdi. Televizyon başında toplanır, harekatla ilgili görüntüleri merakla izler, babamın getireceği haberleri beklerdik. Babam bazı geceler ya gelmez ya da çok geç gelirdi.
Bir akşam geç vakit “Bu akşam Yunanistan’dan saldırı bekliyoruz, teyakkuzdayız” haberi ile geldi. Teyakkuz kelimesini ilk kez o gün duymuştum. Neyse ki o saldırı gerçekleşmedi ve sığınağı kullanmamız hiç gerekmedi.
Her yıl olduğu gibi bu 20 Temmuz’da da Dr. Fazıl Küçük’ü, Rauf Denktaş’ı, Bülent Ecevit’i, Necmettin Erbakan’ı, Turan Güneş’i, Fatin Rüştü Zorlu’yu, Adnan Menderes’i, bu davaya emek vermiş isimsiz kahramanlarımız ile şehit ve gazilerimizi saygı ve minnetle anıyorum.