'Emge'' fiilinden türetilen emek kelimesi, sıkıntı ve zorluk anlamına ve ayrıca çaba sarf etmek ve gayret göstermek anlamına gelir. Ayrıca bir işin yapılması için harcanan kafa ve beden gücü olarak da tanımlanır.
19. yüzyılda Sanayi Devrimi ile ortaya çıkan işçi sınıfının ağır çalışma koşullarına yönelik hak mücadelesinin en önemli sembolü 1 Mayıs’tır. İlk kez 1856'da Avustralya'nın Melbourne kentinde taş duvar ustaları ve inşaat işçileri yoğun çalışma saatlerinin günlük 8 saate düşürülmesi talebinde bulunarak, iş bırakmışlardır.. İşçiler, taleplerini dile getirmek için 21 Nisan'da 1856'da Melbourne Üniversitesi'nden Parlamento Evi'ne kadar yürümüşlerdir. 1886’da günde 8 saat çalışma hakkını alabilmek için sokaklara çıkan ABD'li işçiler, ülke genelinde kitlesel protestolar yapmışlardır.. Neden 1 Mayıs İşçi Bayramı? Milletlerarası İşçi Kardeşliği Teşkilatının 1889'daki Paris Kongresi'nde, yılın bir gününün dayanışma amacıyla işçilerin ortak bayramı ilan edilmesi kararlaştırıldı. ABD'li sendikacıların önerisi üzerine o gün "1 Mayıs" olarak belirlendi. O zamandan bu yana diğer devletler tarafından kutlana gelmektedir. 1909’da Üsküp ve Selanik’te ilk kutlamalar yapılmıştır. Osmanlı'da 1 Mayıs ilk kez 1911'de Selanik'teki tütün, pamuk ve liman işçilerince kutlanmış,. İstanbul'daki ilk kutlama ise 1912 yılında yapılmıştır.
Osmanlı'nın ardından, Cumhuriyet döneminde 1 Mayıs 1922'de Ankara'da İşçi Bayramı olarak kutlanmıştır.. Resmi olarak kutlanması ise ilk kez 1 Mayıs 1923 yılında olmuştur..
Bu girişten sonra asıl konu olan emek ne demektir onu biraz incelememiz gerekmektedir.
Üretim faaliyetlerinde üretim için asli olan faktörler, toprak, sermaye, doğal kaynaklar ve girişimin yanında en önemli faktör emektir. Emek üretimin temelidir. İnsanlar bu faktörler ile üretime katılırlar. İnsanlar sarf ettikleri emekleri karşılığında da ücret alırlar.
Doğal kaynaklar ancak çalışanların emek harcaması ile faydalı eşya ve mal haline gelir. Bu faaliyete de üretim denir. Üretim faaliyeti ile doğal bir kaynak olan demir insan emeği ve çeşitli makina ve aletlerle belli bir şekil verilerek insanların kullanabilecekleri eşya ve mal haline getirilir. Bu üretim faaliyetinden sonra elde edilen mallarda pazarda paraya çevrilir.
Emek, sistematik anlamda ilk defa özellikle Sanayi Devrimi’nden sonraki süreçte ortaya çıkan ve işçinin işte harcadığı zamanın maddi ve manevi anlamdaki karşılığı olarak tanımlanan bir olgudur. Emek kavramının bilimsel anlamda ortaya çıkmasına, günümüzdeki haline gelmesine zemin hazırlayan en önemli olaylardan birincisi insanın göçebe hayattan yerleşik hayata geçerek zirai devrim sürecini başlatmasıdır.
Emeğin ortaya çıkmasına ve önem verilmesine neden olan bir tarihi olgu Rönesans, Reform ve Fransız ihtilali ve Sanayi Devrimi’dir. Sanayi Devrimi tam anlamıyla sosyal yapıyı değiştirmiş, buharın makinelerde kullanılmaya başlanması ile fabrika olgusu ortaya çıkmış, Fabrikalar kurulmaya başlayınca da köylerden kentlere çalışmak için kitlesel göçler meydana gelmiş ve kentleşmenin temelleri atılmıştır. Bundan sonra da işçi kitlesi ve onun karşısında şekillenen işveren kavramları önem kazanmıştır..
Adam Smith‟e göre emek, “Bütün bireylere ödenen ilk fiyat, gerçek satın alma parasıdır.” Dolayısıyla dünyada bulunan servetin büyük bir çoğunluğu emekle satın alınmaktadır. Adam Smith tarafından kaleme alınan “Ulusların Zenginliği” adlı kitapta herhangi bir malın değer niteliği taşıması için mutlaka emek harcanması gerektiği varsayımından hareketle “emeğin tüm metaların mübadele değerinin gerçek ölçütü olduğu açıklanmaktadır.
Adam Smith' e göre ilkel toplumlarda bir malın değeri ancak harcanan emekle ölçülürdü. Bu dönemde sermaye ve özel mülkiyet olmadığından insanlar ihtiyaçları olan mal ve eşyaları ancak kendi emekleriyle karşılıyorlardı. Metaların değerini her zaman ve her şart altında birbirleriyle kıyaslamaya olanak sağlayan bir ölçü aracı olarak emek, esas olarak alınmaktadır. Adam Smith‟e göre bu durum özellikle trampa ekonomisinin hâkim olduğu ilkel topluluklarda oldukça önemlidir. İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana emek kavramı, günümüzde sosyal, psikolojik ve kültürel boyutlar kazanmıştır. Maddi gereksinimlere ek olarak maddi olmayan gereksinimlere de zemin hazırlayan emek, modern dünyada sadece üretim aracı olarak görülmemektedir.
Emek kavramı, kitlesel üretimin gerçekleştirildiği Sanayi Devrimi’yle suni ve yapay bir değere dönüşmüştür. Zirai devrim döneminde emek bireylere aitken sanayileşmeyle birlikte emeğin mülkiyeti bireylerin dışında işverenlerin mülkiyeti haline gelmiştir.
19. yüzyıl İngiltere’sinde ortaya çıkan Sanayi Devrimi ile birlikte, kitlesel üretim gerçekleştiren fabrikalar açılmış, köyden kentte doğru meydana gelen göçe paralel olarak kır yaşamı ve el tezgâhlarında yapılan üretim bitmiştir. Sanayileşme dalgası öncelikle tekstil, demir çelik ve ulaştırma alanında olmuştur.
1780‟li yıllardan itibaren İngiltere sanayi toplumunun ilk merkezi olmuştur. Sanayi Devrimi, küçük bir ulus halinde bulunan İngiltere’yi dünyanın en zengin ve en güçlü ülkesine dönüştürmüştür. Endüstrileşmenin başlamasıyla da işçi ve işveren (emek-sermaye)kavramları ön plana çıkmış, emek doğal anlamından tamamen ayrılarak işverenlerin mülkü haline gelmiştir. Böyle olunca fabrikada geçirilen zaman parayla eş değer bir durum haline gelmiştir.
Sanayileşmenin ilk iktisat teorisinde bir malın değeri bir günde harcanan emekle ölçülür.
Adam Smith'e göre gelişmiş kapitalist toplamlarda emeğin yanında işe sermaye ve toprakta girmektedir zaman değer emekle birlikte sermaye ve toprağın kullanılması ile yaratılmaktadır. Artık zamanımızda değer yaratmak için sermayedarlar belli süre çalıştıracakları çalışanlar için belli bir para da ayırmak zorundadırlar. Buna ekonomide ücret fonu denmektedir. Sermayedar bir malın üretilmesi için kaynak emek sermaye birlikte örneğin iki milyon para ayırdılarsa yaratılan malı en az dürt milyon liraya satmalıdır ki iki milyon kar etsin ve üretime devam etsin, yoksa üretim faaliyetinde bulunma kazançlı olmayacaktır ve üretim faaliyetinde bulunmaktan vazgeçecektir. Sermayedar işin başlangıcında üretim için ayırdığı iki milyonun bir kısmını örneğin bir milyonunu işçilerin emeklerine harcamak için ayıracaktır. Sermayedar kaynaklar ve işçiler için ayırdığı iki milyonu dört milyona yükselttiyse iki milyon kar yapacaktır. Burada artı değer olayı ortaya çıkmaktadır. İşçi bir günde işverene örneğin yüz lira kazandırıyorsa ve işveren işçisine kazandığı yüz liranın on lirasını veriyorsa doksan lira artı değerdir.
İşçi demek emek demektir. Bazı ülkelerde işçiler, 1 Mayıs'ı “İşçi Bayramı” olarak kutlamaya devam ediyor. Diğer bir anlatımla 1 Mayıs “Emek ve Dayanışma Günü” kutlanmaktadır.
İşçinin olabilmesi için işverenin de olması gerekiyor. İşçi artık zamanımızda tek başına üretim yapamamaktadır. Sermaye sahiplerinin yatırım yapması ve üretim faaliyetine devam etmesi, ürettiği mal ve hizmetleri satması gerekmektedir. Ekonominin giderek büyümesi gereklidir. Ekonomi büyüdükçe işverenin kârı çoğalacak dolayısıyla emekçinin de geliri ve yaşam koşulları yükselecektir.
SGK’nın belirlemelerine göre, Türkiye’de 1 milyon 853 bin iş yeri var. Bu iş yerlerinin 36 bini kamunun, 1 milyon 826 bini özel sektörün iş yeridir..
Bu iş yerlerinde kayıtlı olarak çalışan 14 milyon 218 bin emekçinin 888 bini kamu işyerlerinde, 13 milyon 320 bini (yaklaşık % 93’ü) özel sektör işyerlerinde çalışmaktadır..Kayıtlı olarak çalışan işçilerin 4 milyon 40 bini kadın yani, % 28.4’ü, 10 milyon 178 bini erkektir..
İşçi emekçidir. Sermaye sahibi işverendir. İşçi daha fazla ücret ister işveren daha az ücret vermek ister. Aralarındaki bu ilişki devlet tarafından sosyal politikalar uygulanarak düzenlenir. Batı ülkelerinde işçi ve işverenler arasındaki bu ilişkide işveren biraz fedakârlık yapmaktadır. İşçiye verdiği ücret ve sosyal haklar daha tatmin edici olmaktadır. Ülkemizde bu ilişki normal değildir. İşçiye verilen ücret yeterli olmamaktadır. Sosyal haklar kısıtlıdır. İşverenler en az para verme ve daha fazla çalıştırmak taraftarıdır. Ülkemize sendikalaşmaya karşıdırlar Sendikaya geçen işçileri bir bahaneye işten atabilmektedirler. Emekçilerin haklarını savunmak için faaliyet gösteren sendikalar daha çok yönetimin etkisi altınadırlar. Ayrıca ülkemizde kamu yatırımları yerini özel sektör yatırımcılarına bırakmıştır. Planlı yatırım da yapılmadığından üretim faaliyetlerinde gelişmeler hep emekçiler aleyhine gelişmektedir. Oysa emek her zaman en kıymetli varlıktır. Ona saygılı olmak durumundayız. Emekçiler hayatlarından ne kadar mutlu olursa toplumda huzur artar. Huzurlu şekilde çalışan emekçilerin ürettikleri değer de o kadar artar.
Artı değer dediğimiz oranı emekçi lehine azaltmak lazımdır. Batı ülkeleri bunu başarmışlar ve mutlu toplum yaratmışlardır. Biz neden bu konuda anlaşamıyoruz ki?