Sanatın gereği

Bilim adına hep bir gelişme kaydedildiğini gördüğümüz hayatta saygı, sevgi, nezaket, iltifat gibi davranış ve erdemleri birbirimizden beklemek hiç de lüks değildir. Tam tersine tezlerin, teorilerin, görüş ve düşüncelerin yere göğe sığmayacak boyutlarda yazılıp çizildiği, teknolojik gelişmelere yetişmenin imkânsız olduğu dünyamızda, bizi huzur ve mutluluğa götürecek, gaddar ve fanî dünyanın trajedilerinden uzaklaştıracak güzelliklere ve sanata her zaman ihtiyacımız vardır.

Geçmişte veya bugün hangi medeniyette, hangi coğrafyada inceleme yaparsak yapalım, sanatın yerinin hiç de sıradan olmadığına şahit oluruz. Hatta varlığını günümüze kadar duyurabilmiş uygarlıkların çoğunu bıraktıkları sanat eserlerinden tanırız. Çünkü sanat yapmak para kazanmaktan çok, hem bir meziyet hem de bir ihtiyaç olmuştur her zaman. Sanat aşkı zamanla vaz geçilmez bir kara sevdaya dönüşür. Ayrıca sanat hem sevmek hem de sevilmektir. Ressamın fırça darbeleri, müzisyenin notalara dokunuşu, şairin bilinmezi keşfeden ilhamı, romancının yaşadığımız hayatı bize canlandırması, mimarın süslemeleri, tiyatrocunun jest ve mimikleri, kaynaktan fışkıran su gibi berrak ve tatlı bir şekilde gönlümüze akar. Hepsi de bizi, insanları insanlara anlattığı için saygı ve takdiri hak ederler elbette. Çünkü onlar dünyadan çok içimizdeki dünyayı bize öğreten ustalardır.

Kültür dünyamızda “sanat ve sanatçıyı koruma” diye yer etmiş bir kavram vardır. Çünkü sanatı yapan insanın yaşaması için, herkes gibi maddi güce ihtiyacı vardır. Bu yüzden onlar, tarih boyunca devlet adamları ve hükümdarlar tarafından korunmuş, eserlerinin manevi değerleri yanında maddi karşılıklarını da bulmuşlardır. Ancak siz hazineler harcasanız da boş gönüllerden sanat veya sanatçı icat edemezsiniz. Allah’ın verdiği ve kulun geliştirdiği kabiliyetler olmadan bunu başaramazsınız. Çoğumuz öğrencilik çağlarımızda Resim veya Müzik derslerinde sıkıntılar yaşamışızdır. Çünkü bizim toprağımızın türüne bakmadan, çorak toprakta ekin yetiştirmeye kalktılar…Ancak, eğer insanın yapısında sanat ruhu varsa, başkaları istemese de o tarlada meyveler, sebzeler, ekinler fışkıracaktır. 

Bazen “Zengin veya yoksul olmak, eser vermeyi etkiler mi?” diye düşünenler, fikir sorgulayanlar oluyor. Ancak, klasik edebiyatımızın en büyük iki şairi olan ve servetinin büyük kısmını hayır işlerine harcayan Ali Şir Nevaî ile, ömrü sefalete yakın bir yoksullukla geçen Fuzuli’nin şah eserler verme konusunda nasıl birbirlerinden farksız olduklarını görmek mümkündür. Çünkü sanatçı bir yönüyle her ortamda, her şartta eser verebilen insandır. Gözleri görmeyen Âşık Veysel’le. kulağı duymayan Beethoven’i müthiş eserler verdiren de aynı temeller değil midir?

Sanat yapmanın bir ihtiyaç olduğunu söylemek kadar, sanatı sevmenin daha büyük ihtiyaç olduğunu kabul etmek gerekir. Biliriz ki ömrünün kısa bir zamanında şarkı yapan bir bestekârın eserinin yüz yıllardır söyleniyor olması, bir mimarın yaptığı binanın hâlâ takdir ve hayranlıkla seyrediliyor olması başka nasıl açıklanabilir? Unutmayalım ki, Mostar Köprüsünün insanlara değil, insanlığın Mostar Köprüsüne ihtiyacı vardır.

Sanatçılar bizim hayatı, dünyayı anlamamızı, anlamlandırmamızı sağlayan yardımcılarımızdır. Gerçek sanata yaklaştıkça hayat kalitemiz artar. Sanatsız bir toplum ise ölü hüviyetindedir. Çünkü insan sadece maddi bir varlık değil, esas itibariyle manevi kimliğiyle var olan; hisseden, düşünen, beğenen, takdir eden ve seven bir canlıdır. Unutmayalım ki, bizim kendisini bir kul olarak tanımamızı ve sevmemizi isteyen, kâinatı ve oradaki her şeyi en güzel şekilde yaratan Allah, benzersiz ve en büyük ve sanatçıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.