Salgın sonrası nasıl bir Türkiye!

"Bir musibet bin nasihatten iyidir" sözünden yola çıkarak,  uygulanan Neo Liberal ekonomi ve siyasi politikalar sayesinde azan insanlığın ve devletlerin, kendilerini sorgulamasının zamanı gelmiştir.

Bütün insanlık can derdinde. Ekonomilerle birlikte, psikolojiler de bozuldu. Her yer kapalı. Seyahat yok, camiler kapalı, kiliseler kapalı, parası olan bir şeyler bulabiliyor. Parası olmayanın şansı yok. Dışarıda güneş var çıkamıyorsun. Dışarı çıkamayanların tamamı doktora gitmiş olsa, doktorlarımız teşhisi oturtabilmek için tahlil isteyeceklerdir. Çıkan tahlil sonuçlarının büyük bölümünde D vitamini eksikliği çıkacaktır.

Daha ne olsun?

Yaşadığımız dünyayı felakete sürükleyen toplumlar ve onları idare ettiğini sanan yöneticiler, neden ve nasıl buralara geldik sorusunun cevabını vermek zorundalar.

İnsanlık, bir virüsün esiri olmuştur.

Toplumlar, yaşadığı kötülüklerden sonuç çıkartıp, en doğru dersleri almış olmalıdır.  En yakın gelecekte kendine yakışan siyasal ve ekonomik sistemi uygulamaya geçirmenin savaşını vermesi gerekmektedir.

Tarihe baktığımızda,  her önemli savaş, hastalık ve salgınlar, tabiat olayları, ihtilaller ve devrim gibi sosyal olaylar sonrası ülkelerin her konuda yapısal değişikliğe uğradığı ve çok yönlü dönüşümler  yaşadığı görülür.

Bugün, o arayışlara geçilmeden önceki belirsizlik ve güvensizliliğin yaşandığı bir süreçten geçmekteyiz.

Bütün ülkeler sınırlarını giriş-çıkışlara kapattılar. En yakın komşusuyla ilişkileri minimuma indirmiş, içe kapanılmış ve yaralarını sarıp akıbetini beklediği şu günlerde, kendine yetebilmek gerçekten çok önemli bir hale geldi.   Klasik "kendi kendine yetebilen ülkeler" kavramı şimdi bir kez daha gündeme geldi ve önem kazandı. 

Salgın sonrası yapılanmada;

Neo Liberalizm esaretinden kurtulup,  insanını iyi eğiten, artık kendi topraklarını işleyebilen (Sudan’a tarımsal üretim yapmaya gittik), kotalara uymayıp istediği ürünü üretebilen, özelleştirme adı altında kapatılan tarıma dayalı fabrikaları kamulaştıran, su kaynaklarını en iyi kullanan, doğru sanayi kollarına yatırım yapan, yani gerçek anlamıyla kendi kendine yetebilen ve yönetebilen ülkeler ön sıradaki yerlerini alabileceklerdir.

Kesin olan başka bir konu da, karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma olmadan sorunların çözümünün çok zor olacağıdır. Yani artık tüm devletler, bir yandan ülkelerinin her türlü maddi ve manevi kaynaklarını güçlendirirken öte yandan diğer devletler ile yardımlaşarak sorunlara çözüm üretmek zorundalar.  

Ülkemizde de bir yandan salgınla mücadele edilirken, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) yeniden eski günlerine döndürülmeli,  ışıkları 24 saat açık bırakılmalı, salgın sonrası için çalışma ve planlamalar yapılmalı, gelecekte bu tür sorunlarla karşılaşıldığında hazır olmak için yeni düzenlemelere gidilmelidir.

Sorun yaşadıkça, kervan yolda düzülür mantığı ile “bilim kurulları “oluşturup çözüm üretmek yerine, yaşarken gelecek kurmak esas olmalıdır.

Salgın sonrası da muhakkak ki birçok ülke, geleceğini ve yatırımlarını yeniden gözden geçirecek ve yeni bir planlamaya gidecektir. Sadece inşaat, yol, kanal, AVM yaparak yenidünya düzeninde öne çıkmak pek olası gözükmüyor.

Bu tercih bizi duvara toslattı.

Tarım, hayvancılık ve su kaynaklarının doğru kullanımı artık daha da önem kazanacaktır.

Ayrıca ülke kaynaklarına dayalı, siyasi iktidarlarca sık sık değiştirilemeyecek, milli bir ekonomi modeli yaratmak kurtuluşumuz olacaktır.  

O yüzden bu konuda vakit geçirmeden gereken adımlar atılmalı, tarım sektöründe yer alanlara, büyük ve küçükbaş hayvan üreticilerine destek verilmeli, kooperatifçilik yeniden özendirilmeli. Bunlardan daha önemlisi köylerden kentlere yapılan göç tersine çevrilerek tarım ve hayvancılıkla uğraşan nüfus arttırılmalıdır.

Bize hiçbir katkısı olmayacak Müslüman Kardeşler sistemi için Suriye’de 140 milyar dolar parayı Suriye topraklarına gömdük.

Hâlbuki 12 milyar dolar daha para harcayıp GAP Projesini bitirebilseydik, Güney Doğu Anadolu bölgesinde sulanamayan toprak kalmayacaktı. Bu topraklar sulanabildiğinde ancak, şehirlerden köylere göç olabilir. Bunu bize NeoLiberallar söylemezler ve yapmamızı istemezler.

Biz yapacağız, birlikte başaracağız diyecek olanları iktidara taşımalıyız. GAP’ın tamamı bittikten sonra, ABD ve İsrail’in 36 yıldır sürdürdükleri Kürt projesinin, kardeşlik projesine döndüğünü hep birlikte görebileceğiz.   
Böylece hem büyük kentlerde oluşan hormonlu nüfus azaltılır, hem de kırsal kesimde üretim yeniden canlandırılmış olur. Ayrıca kentlerde oluşturulan sağlık, eğitim, sosyal vb. tesislerin daha küçük yerleşim birimlerinde de yapılması sağlanarak buralarda yaşayanların kentlere gelmesi önlenir. 

Yapılacaklar tabii ki bunlarla sınırlı ve yeterli değil. Ekonominin her alanında yeni projelerle yapılanma ve dönüşüm artık şart.

En küçük depremde, en küçük bir doğa olayında, hamaset yaparak yoksul halkından para istemeyecek, önüne gelen sorunları, devletinin dinamikleriyle hal yoluna konduğu bir sistemi yaratmak zorundayız.  

Neler yapılması konusuna gelince, bu konuda Atatürk'ün Cumhuriyet sonrası yaptıkları hala güncel ve geçerli... 

Tekâlif-i Milliye’yi örnek verenlerin Genç Cumhuriyet'in milli iktisat politikalarını gözden geçirmeleri yeterli... Bütün bunlar yapılır mı bilemem ama yeni ve doğru önlemler alınmazsa gelecek karanlık görünüyor.

ATATÜRK VE ARADAŞLARI TEKÂLİF-İ MİLLİYE DAYANIŞMASIYLA YENİ BİR DEVLET KURDULAR!

Siz 17 yıldır bu ülkeyi yönetiyorsunuz. Bizden başkası bu ülkeyi yönetemez, yönetmemeli mantığı ile getirdiğiniz nokta, 1,5 milyar liralık Tekalif-i Milliye maskesi altındaki bağıştır.

Adamlar, savaştan çıkmış bir milletle devlet kurmuşlar, siz var olan devleti işletemediniz; Ülkeyi, vatandaşından yardım ister hale getirdiniz.

Hazine Bakanının elindeki oyuncak tünelin, ışık ile buluşmasına az kaldı masallarının sonu gelmeyecek. Arap ile şeytanın “yalelli” hikâyesinde olduğu gibi.

Sonuç,

Halk ile devlet arasında güvensizlik olmamalı. İlişkiler şeffaf olmalı. İlişkilerde şeffaf olan ülkeler salgın ve salgının tetiklediği ekonomik krizleri daha kısa sürede atlatabileceklerdir.

Devlet yardım edecekken kampanya ile yardım alır haldedir. Orada da istenilen sonuç doğmamıştır. Acun Ilıcalı ve ekibi bile   “Fener ol” ”kampanyasında 300 milyon para toplayabilmişlerdi!  

Milletin a…. koyacağını söyleyen Mehmet Cengiz’in 424 milyon lira olan vergi borcu bir talimatla silinebildi. “Biz bize yeteriz” kampanyalarına katıldılar.  34.5 milyon lira bağış yapıp itibar sağlatılırken, yaptığı yardımın vergiden düşülüp düşülmeyeceğini hiç birimiz öğrenemeyeceğiz.

 

Devletin koruması altında palazlanan iş adamlarını yazmaya kalksak, sayfaya sığmaz.

 

O iş âlemi ki, elde ettikleri varlıkların hepsini bu milletin üzerinden yaptılar!

O nedenle, içinde bulunduğumuz ekonomik durumdan çıkış vardır.

Bu topraklar bizim, bu ülke bizim. Üzerinde yaşayan İyileri bizim, kötüleri bizim, zenginler bizim, fakirleri bizim, hırsızları bizim, yalancıları bizim, hinleri bizim. Bu yelpazedeki insanların bir şemsiye altında toplanmasına ihtiyaç bulunmaktadır.

Ülkeyi idare edenler, toplumla yeni bir sözleşme yapmak durumundadır. Objektiflik ve tarafsızlık ilkesine sıkı sıkıya sarılı, insanları ötekileştirmeden, kutuplaştırmadan, devletin devlet gibi yönetildiği bir ortam, içinde bulunduğumuz durumdan çıkışın reçetesidir.

Bu reçete iyi okunduğunda sonuçları da iyi olacaktır.

Buradan çıkış için kamu kaynaklarıyla zengin olmuş olanların, 500’er milyon lira parayı devletimizin bekası için bağışta bulunuyoruz demelerini beklerdik. Sevgili okurlar, bir an için gözlerinizi kapatınız.  Diyelim ki verdiler. İşte o gün ülke sevdalısı, işini kaybetmeyeceğini bilen bütün çalışanlar, emekliler birer maaşı, fakirlerimiz de gönül desteklerini devlete vereceklerinden hiç şüphem yoktur.

Devlete yardım ancak bu şekilde olabilmeliydi!

“Mesele” o güven ortamını yaratabilmektir!  

Sayın diyanet işleri Başkanımıza bir sözümüz olacaktır. “Fitre ve zekât” her Müslüman’ın kendisini ilgilendiren bir konu olduğunu hatırlatmak isterim. İnsanların gelenekleri, görenekleri var. Mahalle hukuku var. Akraba hukuku var. Kendi geliştirdikleri ve işlettikleri toplumsal kuralları var. Sayın Başkan, bunlar ince işlerdir.

Ne demek istediğim çok anlaşılır bir şey!

Siz fetvanızla sadece hâsılatı yükselttiniz.

Şunu unutmayınız ki, birilerinden bir şeyler umut eden, bekleyen insanlar, sizin fetvanızla görmezden gelindiyse, gelinecekse,  bunun günahı ve vebali üstünüzdedir. Bunu sizin üstünüzden alacak bir duanın da olduğunu sanmıyorum!

Benim reçetem daha güçlü ve inanılır. Arkasında da tüm halkımız durur. Siz fetvayı halka değil, bu halkın üzerinden kilolarına kilo katanlara verebilmeliydiniz!

1/40 kuralı size bir şeyler hatırlatıyor mu?

Bir defaya mahsus verilmesiyle, ülke bu darboğazı IMF’ye bile gitmeden aşabilecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum