Ramazan TÜLÜ
“Rant” mı, “ülkeye hizmet” mi?
Çürümeye, bozulmaya, kokuşmaya ve yozlaşmaya maruz kalmamış bir kamu kurumu kaldı mı?
Kaldı ise lütfen söyleyin de, ben sorumu geri alayım.
Kurumlar yozlaşıp koflaşırken üzerinde kimlerin etkisi/müdahalesi var?
Ülkede siyasete soyunanlar, Ülkeye ve Millete hizmette bulunacağım diyerek hamaset yaparken ne kadar samimiler?
Demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile yaşanmadığı/yaşatılmadığı, keyfi uygulamalara sahne olan çakma demokrasi oyunlarının etkin olduğu ve erk kudretini inisiyatifinde (üstün önceliğinde) bulunduran kişi ve çıkar guruplarının göz boyayan davranışları, hamaset içeren nutuklarıyla yönetilenleri etkileseler de aslında kendilerini ve çıkarlarını düşündükleri yani siyaseti bir rant kapısı olarak gördükleri aşikar değil mi?
Egemen çevrelerin allayıp pulladığı, cilalayıp parlattığı sözde demokrasi uygulamalarında gerçekten halkı, milleti ve yönetilenlerin çıkarlarını düşünen ehil, liyakat sahibi kişilerin siyasete soyunması öyle kolay mı? Soyunsa bile ne kadar başarılı olabilir?
Bahsetmeye çalıştığım, dejenerasyona(yozlaşmaya) maruz kalan siyasal atmosferde yönetilen halk kitlelerinin gerçek demokrasiyi yaşamasının mümkün olmadığıdır.
Neden mi diye sorarsanız?
Başlıca nedenlerin biri ve kanımca da en önemlisi, “Siyasi Partilerin Devlet Hazinesinden Yardım” alması, Yani senin benim ödediğim vergilerin belli bir oranı siyasi partilere (Belli oy miktarı alanlara) aldıkları oy ile orantılı olarak dağıtılması işlemi ve uygulaması.
1960 yılından sonra kapitalizmin hüküm sürdüğü Avrupa ülkelerinde tartışılan ve ilerleyen yıllarda bazı ülkelerde belli oran ve miktarlarda uygulamaya konulan hazine yardımının Ülkemizdeki tarihsel sürecinden bahsedecek olursak;
Hazine Yardımları siyasette eşitsizliği egemen kılmak, güçlünün lehine ve zayıfların kuvvetlenmesini önlemek amacı taşıyan ve çeşitli maksat ve ayak oyunlarını yani istismarı da özünde barından bir uygulama olduğunu tarihsel sürece bakınca anlıyoruz.
Ülkemizde ilk olarak 1967 yılında CHP’den ayrılanlar tarafından kurulan Güven Partisi’nin, hazine yardımından yararlanmasını ve CHP’yi zayıflatmayı amaçlayan Adalet Partisi (AP), SPK’nın (Siyasi Partiler Yasasının) 74. maddesini değiştirmiştir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesi’ne taşınmıştır. AYM 1969 yılında verdiği kararda, siyasi partilerin kamu yararına çalışan kuruluşlar olduklarını ve bunların giderlerinin kamu gideri sayılabileceğini belirterek, hazine yardımını ilke olarak Anayasa’ya uygun bulsa da. İptale konu olan 74. madde düzenlemesini bir yardım yapılacaksa tüm partilere, ayrım gözetilmeksizin yapılmalı diyerek iptal etmiştir.
Gerekçesinde ise, ilgili düzenlemenin “oy (parmak sayısı) çokluğunu elinde tutan topluluğa dilediği biçimde belirli bir siyasal partiyi kayırma veya güç duruma düşürme” imkânı verdiğini belirtmiştir. Yani açıkça, yasayı değiştirecek gücü ele geçiren partilerin hukuku kendi işlerine gelecek şekilde (eğip bükerek) oluşturmak istediklerini, adalet ve eşitlik ilkelerine aykırılığını” saptamıştır.
İkinci kez 1970’te SPK’nın 74. Maddesi tekrardan değiştirilse de bu düzenleme de AYM’nin 1971 yılında, “partilere hazine yardımını Anayasaya prensip olarak aykırı” bulan kararınca iptal edilmiştir.
2/2/1071 tarih ve 1971/13 Sayılı kararında AYM; “siyasal partilerin devlet örgütü dışında kuruluşlar oldukları, devletten gelebilecek etkilerden uzak tutulmalarının zorunlu olduğu, kamuoyunun devletin etkisi dışında oluşması gerektiği, siyasal partilerin esas olarak kamu hizmeti gören ya da kamu yararına çalışan kuruluşlar olmadıkları, partilerin devlet yardımı ile ortaya çıkarılıp ayakta tutulamayacakları, Anayasa koyucunun böylesine önemli bir konuyu düzenlemediği, siyasal partileri görüşlerini paylaşan insanların yaşatacağı görüşlerine yer verilerek bu tür bir düzenlemenin yapılamayacağı, özetle ilke olarak devletin siyasal partilere yardımda bulunamayacağı” şeklinde gerekçelendirmiştir.
Bu kararı beğenmeyen siyasal güçler aynı yıl Anayasa’nın 56. Maddesine bir ek ilave edip hazine yardımını anayasal bir hak haline getirmiştir.
Anayasal bu değişikliğe istinaden 1974’te SPK’nın74. maddesi yeniden düzenlendi ve yardım oranları değiştirildi.
Aslında 1982 Anayasası’nda da tıpkı 1961 Anayasası’nda olduğu gibi partilere yardım konusunda bir hüküm yoktu.
Anayasa’ya uygun olarak yenilenen, 1983 tarihli SPK’nda da bu konuda bir hükme yer verilmediği halde, zamanın Anayasa Komisyonu’nun SPK ile ilgili gerekçesinde, “siyasal partilerin kamu kuruluşu olmadıkları, devletin demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez kuruluşu olan siyasal partilere yardım etmek zorunda olmadığı, devlet yardımı olsa bile, siyasal partilerin başka yollardan çıkar sağlamalarının söz konusu olabileceği ve Anayasa’da devlet yardımına yönelik bir ibarenin konulmadığı” belirtilmiştir.
1984’te tek başına iktidar olan ÖZAL’ın ANAP’ı Siyasi partilere hazine yardımı yapılmasını SPK’na bir ek ilave ederek yasallaştırılmıştır.
Bu düzenlemede Anayasa Mahkemesi’ne götürülmüş ise de, AYM bu kez 1987’de ilgili hususun Anayasa’ya uygunluğuna karar vermiştir. (Görüldüğü üzere yargıda da fikirlerin zamana ve gelişmelere göre değişiyor)
ANAP, bununla kalmayıp yine aynı yıl, yani 1987’de SPK’ya yeni eklemeler yaparak yardımın kapsamını genişletmiştir. 1988’de yardım almak için nisap olarak % 7 oy alma koşulu getirmiştir.
(O dönemi yaşayanlar iyi bilir. Anımsamakta fayda var, ANAP rakibi SHP’yi zor durumda bırakmak için DSP’ninde hazine yardımı alarak seçimlere katılmasını sağlamış ve bu strateji ile oran olarak daha az oy aldığı halde daha çok sayıda milletvekili çıkarmıştır)
ANAP düzenlemeleri de SHP tarafından Anayasa Mahkemesi’ne götürülmüştür ama AYM 1989 yılında aldığı yeni kararıyla “Partilere devlet yardımını prensip olarak Anayasaya uygun” bulan gerekçe ileri sürmüştür.
1990 ve 1992’de siyasal iktidarlar hazine yardımının kapsamını genişletmiş. 1995’te de Anayasa değişikliği yaparak yardımların sürekliliğini sağlayıp yardımları artırmıştır.
2005’te ise AKP-CHP işbirliği (gerektiğinde anlaşabiliyorlar) yardımda kapsamı daralttı ve yardıma hak kazanma ölçütünü yükselti.
Görüldüğü üzere, Hazine yardımı istismara çok açık bir konu olduğu uygulamaları ve güdülen amaçlarıyla açıkça bellidir.
1960’lardan günümüze dek, bu konu gerek Avrupa da gerekse Ülkemiz de siyasi iktidarların ellerinde etkin bir silah işlevi görmüştür. Güçlü olanlar, parlamentoda ister parmak deyin isterse milletvekili sayısı deyin ellerindeki bu olanakla kamu kaynaklarını kendilerine, çıkarlarına koşut olarak akıtma amacı taşımışlardır.
Meclisteki en çok milletvekiline sahip olan siyasal oluşum, zaten iktidar olduğu için kamu kaynaklarını istediği gibi, keyfine ve canının istediği şekilde (yeterli denetim yok, arlanıp utanma ise hiç yok) har vurup harman savurduğu yetmezmiş gibi hazine yardımında da pastanın en büyük dilimini kendine almaktadır.
Muhalefeti bölüp parçalayarak kendi iktidarını devam ettirmek ve küçük ve sert muhalif oluşumların ise hiç (zırnık) yardım almamasının yasal düzenlemelerini rahatlıkla yapabilmekte.
Doğrudan demokrasi pratikte yok ama yerine ikame edilen temsili demokrasi de bu tür eşitliğe aykırı, ayak ve taktik oyunları ile şirazeden çıkmakta…
Ülkede yönetilenler, süre gelen bu çözümsüzlüğün ve kısır döngünün adeta esiri olmuş vaziyette, hiçbir çıkış yolu bulamadığı gibi günlük ihtiyaçlarını karşılamanın ve yaşamını idame ettirebilme çabasıyla nereye harcandığını bilmediği ve hesabını soramadığı vergilerini ödemeye devam etmektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.