Asuman DOKUZLU
Öyle çok kolay değil Türküm demek!
Bugün Türkiye adıyla anılan ve Türklüğün en önemli coğrafyalarının başında gelen Anadolu’nun bir Türk yurdu haline gelmesi uzun bir sürecin ve gayretin neticesidir. Görünürde XI. yüzyılda Selçukluların batıya yönelmesi ve 1071 Malazgirt zaferi neticesi ile Anadolu’nun kapılarını aralamaları ardından Süleyman Şah’ın İznik merkezli olarak Selçukluların bir kolunu Anadolu’da hayata geçirmesi ve bunu takip eden gelişmeler sonucu Türkleşen Anadolu’nun Türkler ile irtibatı bağlamında bu tarihten çok daha erken tarihlere uzanan bir geçmişi bulunmaktadır.
Tarih boyunca oldukça geniş bir coğrafyaya yayılan kadim inanç ve uygarlıkların neredeyse hepsi ile bağlantı kurabilen bu uygarlıkların birikimi ile kendi kültürlerini zenginleştirerek kendi kültürlerinin izlerini geniş bir coğrafyaya bırakan Türklerin tarih içinde kendine yurt edindiği en kayda değer toprakların başında Anadolu yani bugünkü Türkiye gelmektedir. Kati olarak XI. yüzyıl sonunda Selçuklu akınları ile Türk yurdu haline gelen Anadolu’da bu fetih sürecini kolaylaştırıcı bir unsur olarak da beliren çok daha erken tarihlere uzanan bir Türk etkisi ve varlığı olduğu açıkça görülmektedir. Türklere aşina olan ve ziyadesi ile Türk izi ile dolu olan bu coğrafya XI. yüzyıldan sonra kati bir biçimde Türk yurdu haline gelmişti. Öyle ki Selçuklu fethini takip eden asrın ortalarından itibaren tüm batı ve doğu dünyasında “Türkiye” manasına gelen isimler ile anılmaya başlamış ve bu coğrafyanın bir Türk yurdu olduğu tüm dünyaca kabullenilmişti. Türklerin Anadolu’da varlığı sadece askeri ve siyasi başarıların bir neticesi değildi. Selçuklular eliyle Türkler burada belki Orta Asya’dakinden çok daha rafine ve özgün bir Türk kültür dünyası oluşturmuşlardı. Coğrafya kitaplarında geçen Türkiye adını fazlasıyla hak etmişti. Burada sadece siyasi boyutta değil dili ile edebiyatı ile mimarisi ve kültür hayatı ile canlı özgün ve zengin bir Türk kültür coğrafyası oluşmuştu. Anatolia yani Anadolu tanımı bugün anladığımız coğrafyanın tamamını ifade edilmez iken Türkiye tanımı bütün yarım adayı tanımlayan bir kavram olmuştu. Böylece Coğrafyayı tek bir kültür yurdu haline getiren de Türkler olmuştu. (ALINTI)
BİR ATASÖZÜNDE ” ATASINI TANIMAYAN, İT PEŞİNDE GEZER ”
Şimdi ülkemde TÜRK KİMLİĞİ verilen daha da verilecek olan Suriyelilere ithaf olunur. Bütün burada yazılanlar ve ısrarla üzerinde durduğumuz şey işte budur! Bizim atalarımızın kazandığı zaferlerle bize Türk kimliği verilmiştir. Burası bir Türk yurdu, Türkiye adı ve taşıdığımız damarlarımızdaki dolaşan kandan dolayı TÜRKÜZ. Biz öyle savaşlardan kaçarak başka ülkeye sığınıp orada kimlik, vatandaşlık almıyoruz. O insanların ülkesinde kendi ödedikleri vergilerden alacağı hakları bir hırsız, bir beleşçi gibi alarak kendimize eğreti vatan yaratmıyoruz! Başka ülkelere kaçarak ‘’ülkemizde savaş var’’ diyerek yer yapmaya çalışan Suriyelilere sesleniyorum. Sizden Türk olmaz olamaz. Biz, bu şanlı geçmişimizle bunu elde ettik, bunu size böyle kolay vermeyeceğiz verildiyse de bir gün geri alacağız! Türklük öyle bakkaldan ekmek peynir alır gibi alınmıyor. Bilmiyorsanız açın tarih kitaplarını okuyun! Bizim fıtratımızda öyle savaştan kaçmak yok! Bundandır onca çocuğumuzu şehit vermemiz!
Ülkemizi işgal ettiniz. Ülkemizin her türlü kaynaklarından sonuna kadar faydalandınız. Yeniden, kuruttuğumuz, kurtulduğumuz hastalıkları hortlattınız. Çocuklarımız ve doktorlarımız yeniden artık unuttuğumuz kökünden yok ettiğimiz unutulan hastalıklarla baş etmeye çalışıyorlar. Kendi medeniyetsizliğinizi ülkemizde yaydınız. Ülkemin insan dokusunu kalitesini bozdunuz. Ne hakla? Şimdi siz TÜRK vatandaşıyız diye, yurt dışına çıkıp kendi medeniyetsizliğinizi bizim adımızla başka ülkelerde kullanarak yeri geldiğinde biz TÜRKÜZ diyerek sergilediğiniz kendi ülkenizin geleneğiyle, göreneğiyle bizi aşağıya çekecek ve biz sizinle oralarda aynı muameleyi göreceğiz öyle mi? Gidin artık. Kendi vatanımızda kendi vatandaşımızın haklarını daha fazla gasp etmeden gidin. Bizim kendi fakirimiz. İstemeye utanırken siz istiyor üstelik çalıyorsunuz. Bizler korkudan çocuk yapamazken hiç durmadan ürüyor, çoğalıyor ülkeyi bu yolla işgal etmeye çalışıyorsunuz. Bu o kadar kolay değil ülkemizi size yar etmeyiz! Şimdi değilse bir gün defolup gideceksiniz nasıl olsa. Efendi, efendi terk edin yurdumuzu ve gidin kendi yurdunuza. Savaşacak mısınız, çalışacak mısınız ne yaparsanız kendi ülkenizde yapın. Bıktık sizin yüzünüzden çocuklarımızı şehit vermekten. Bıktık kendi memleketimizdeki milli gelirimizi sizinle paylaşmaktan. Bizim şerefli bir tarihimiz ve geçmişimiz var. Öyle kolay değil o; selamsız sabahsız gelerek. Kâğıt üzerinde vatandaşlık alıp TÜRKÜM demek! Kimse öyle kolay kolay Türk olamaz, Türk kimliği alamaz. Bu böyle biline! Verilse de eğreti durur. O duruş, o tarih, o kan, o geçmiş siz de olmadıktan sonra… ÇÜNKÜ BİZİM KANIMIZDA VAR TÜRKLÜK…
Kurtuluş Savaşı Hangi Şartlarda Kazanıldı
Dört yıl süren Birinci Dünya Savaşı sonunda yenik düşen Osmanlı İmparatorluğu 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesini imzalamak zorunda kaldı. Bu antlaşmanın ardından topraklarımızın büyük bir bölümü düşmanlar tarafından işgal edildi. 10 Ağustos 1920 de imzalanan Sevr antlaşması ile de düşmanlar topraklarımızı kendi aralarında taksim ettiler.
Düşmanların amacı, Türk milletini yok etmek ve tarihten silmekti.
Dört yandan yurdumuza saldıran düşmanlar, şehirleri kasaba ve köyleri yakıp yıkıyor, işgal ettikleri bölgelerde milletimize her türlü zulüm ve kötülüğü yapıyor, kadın-Erkek, çoluk-çocuk ayırımı yapılmadan insanlar samanlıklara doldurularak diri diri yakılıyor, kundaktaki bebekler ve aksakallı dedeler süngülenerek vahşice katlediliyordu.
Tüyler ürperten ve vicdanları sızlatan bu acımasız cinayetler birbirini takip ediyor, milletimiz tarihinin en karanlık günlerini yaşıyordu.
Tarih boyunca zulüm ve haksızlığa uğrayanların daima elinden tutmuş olan Türk milleti şimdi en acımasız metotlarla yok edilmek isteniyordu. Dünya üzerinde birçok devletler ve imparatorluklar kurmuş, daima hür ve bağımsız yaşamış olan büyük milletimiz bu durumu asla kabul edemezdi.
Türk milleti, erkek-kadın, genç-ihtiyar el ele vererek mübarek vatanımızı düşmanlardan kurtarmak için büyük bir mücadeleye girişti. Esasen vatanımızı, namus ve şerefimizi korumak için düşmanla savaşmak hem milli görevimiz idi.
Anadolu yu işgal eden devletler, modern silahlara ve güçlü ordulara sahipti. Yurdumuzu bunlardan kurtarmak büyük fedakârlıklara katlanmayı gerektiriyordu. Çünkü milletimiz yıllarca süren savaşlarda yüzbinlerce evlâdını şehit vermiş, çok şey kaybetmişti. Ancak bütün bu olumsuzluklara rağmen ümidini yitirmemişti. Milleti bu gaye etrafında toplayacak ve topyekûn harekete geçirecek bir öndere ihtiyaç vardı.
İşte milletimiz, yurdumuzu düşmanlardan temizlemek ve maruz kaldığı insanlık dışı muamelelerden kurtarmak için Mustafa Kemal ATATÜRK' ün önderliğinde bir ölüm-kalım mücadelesi olan Kurtuluş Savaşını başlattı.
Düşmanlar, askerlerinin çokluğuna ve modern silahlarına güveniyorlardı. Oysa Türk milleti her ne pahasına olursa olsun vatanı düşman işgalinden kurtarmaya kararlı idi.
Bu uğurda canından daha değerli bildiği mübarek vatanını düşmandan temizlemek için her türlü güçlüğe katlandı. Çünkü O, vatan sevgisinin imandan olduğuna yürekten inanıyor, vatan olmayınca din, namus ve şerefin korunamayacağını çok iyi biliyordu. Galip geleceğine de inancı tamdı
Vatanına, bayrağına, mukaddesatına, namus ve şerefine hiçbir zaman toz kondurmamış olan Türk milleti, ebetteki bunlara kirli ellerini sürmek isteyenlere izin veremezdi. Her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanan mübarek vatan topraklarının çiğnenmesine razı olamaz, kendi yurdunda esir edilemezdi. Kurtuluş savaşı, toprakları işgal edilen, zulüm ve haksızlığa uğrayan milletimizin zalimlere karşı yaptığı bir ölüm-kalım mücadelesidir. Milletimiz bu haklı mücadelede Allah'ın yardımı ile kendisinden kat kat üstün düşman kuvvetlerini dize getirmiştir. Bu savaşta önce Anadolu nun doğu ve güney bölgeleri düşmandan temizlendi.
İngilizlerin desteğinde Batı Anadolu yu işgal eden Yunanlılara karşı Türk ordusu 26 Ağustos 1922 günü sabah saat 05.30 da büyük bir taarruz başlattı.
Gerçekten bu mevziler onlara göre çok sağlam yapılmıştı ama Türk askerinin şahlanışı ve yenilmez gücü karşısında dayanacak durumda değildi. Nitekim Türk ordusu aşılmaz sanılan mevzileri kısa zamanda aştı, düşman birlikleri her taraftan sarıldı. Nihayet 30 Ağustosta sabahın erken saatlerinde müthiş bir meydan savaşı başladı. Akşama kadar devam eden çarpışmalar sonunda düşman ordusunun büyük bir kısmı yok edildi. Binlerce düşman askeri esir alındı. Düşman birliklerinin başkomutanı da esirler arasında idi. 30 ağustos, Türk ordusunun en büyük zaferlerinden birini daha kazandığı bir gündür. İzmir yönüne doğru kaçan düşman birlikleri süratle takip edildi. Bir sel gibi İzmir'e doğru akan Türk orduları 9 Eylül günü İzmir'e ulaştı ve düşmanı denize döktü.
Böylece Anadolu'yu yakıp yıkan ve kana bulayan zalim ve acımasız düşmana hak ettiği ceza verilmiş, topraklarımız düşmandan temizlenmiş oldu. Ordularımızın bu büyük başarısı karşısında düşmanlar ateşkes anlaşması yapmak zorunda kaldılar. Bunun üzerine 11 Ekim 1922 tarihinde Mudanya mütarekesi imzalandı. 24 Temmuz 1923 te İsviçre nin Lozan şehrinde imzalanan Lozan Barış Andlaşması ile de ülkemizin sınırları çizildi.
Böylece Birinci Dünya savaşı sonunda parçalanan Osmanlı imparatorluğunun yerine hür ve bağımsız yeni bir Türk devleti olan "Türkiye Cumhuriyeti" doğdu.
Bu savaş, düşman işgali altında ezilen diğer Müslüman milletlerin kurtuluşu için de ümit ışığı olmuştur. Kurtuluş savaşı Atatürk ün, çok değerli komutanların idaresinde vatanı için ölümü göze alan Mehmetçiğin sarsılmaz inancı ve kahramanca çarpışması sonucunda kazanılmıştır.
Bu savaşın kazanılmasında cephe gerisindeki sivil halkın ve özellikle kadınlarımızın yaptığı hizmetleri ve gösterdiği büyük fedakârlıkları da asla unutmamak lâzımdır.
Cephede savaşan askerimize silâh ve cephaneler çoğunlukla kağnılarla taşınıyor, bu kağnıları ise kadınlar idare ediyordu. Bu hizmet o günkü şartlarda büyük zorluklarla yürütülüyordu.
Bir görgü tanığı şöyle anlatıyor:
Çerkeş önlerinde kağnılarla cephane taşıyan bir kadın kafilesine rastladık. Biz soğuktan titrerken tek yorganını da arabaya örten bir ninenin çıplak ayaklarla karları çiğnediğini görünce içim sızladı. Arkasında peştamala sarılmış bir çocuk vardı.
- "Üşümez misin sen nine? Bak çocuk donacak, yorganı onun üzerine örtsene," diye işaret ettim. Nine şu cevabı verdi:
-"Kar sepeliyor, millet malıdır, nem kapmasın evlâdım".
Vatanını hem kendi canından, hem de biricik yavrusundan çok düşünen bu fedakâr Türk anası, tek yorganını soğuktan titreyen çocuğuna sarmamış, cephaneler ıslanmasın diye arabanın üstüne örtmüş ve sırtında taşıdığı küçük yavrusu ile kışın dondurucu soğuğunda cepheye silah yetiştirmiştir.
Bu olay sayısız fedakârlık örneklerinden sadece biridir. (ALINTI)
NE MUTLU TÜRK KANI TAŞIYIP TÜRKÜM DİYENE
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.