Ahmet KELEŞOĞLU
Kuşun kanadındaki çocuk
"Anne babam bugün neden gelmedi?"
"Baban ormana odun kesmeye gitti geç gelir bekleme sen yat artık Cemalettin."
"Hani şu dağların bulutlara yakın olan yeri var oraya mı gitti babam, neden geç gelecek Anne?"
Zefiloğlu Hüseyin hastaydı ağır işler yapamıyordu. İş bulursa yevmiyeye, olmazsa ormanın köyün eteğindeki alanında odunları istifleyip satmaya giderdi. Çok fazla ekilip biçilecek yeri yoktu. Çok sevdiği karısı onun en büyük güvencesiydi. Onun gücüne inanıyordu.
Cemalettin altı kardeşin dördüncüsüydü. Babasını çok seviyordu. Babası da çocukları arasında hiç ayrım yapmadı ama eve geldiğinde gözleri hep onu arardı. Doğduğunda, "adını ben koyacağım" dedi. Sabahın gün doğmadan önceki tan ağartılmasında dünyaya geldi Cemalettin. Doğum sancısı geceden başladığında, komşulardan Döndü nine iki geçek öteden yetişti. Bir oğlan çocuğu dünyaya geldi. Büyük kardeş ormana koşarak babaya müjdeyi verdi. Babası, "Demek bir oğlumuz daha oldu, olsun adını ben koyacağım" dedi.
Seher vaktiydi. Adı Cemalettin olsun dedi. Zefiloğlu Hüseyin'in en sevdiği vakit sabahın tan ağarmasıydı. Cemalettin güzellik getiren taşıyan demekti. Adını Cemalettin koydular.
Okul çağına geldiğinde babası hastalandı küçük Cemalettin'in. Hasta baba artık akşamları yoktu. Annesinin çaresizliği Cemalettini çok üzmüştü. Büyükşehire götürmüşlerdi Zefiloğlu Hüseyin'i. Kolay kolay dönemez, Sanatoryumda yatacak dediler. Nefes almakta zorluk çekiyordu. Akciğerlerinde sorun vardı. Cemalettin üzülmüştü, annesinin yanında hiç ağlamadı. Arka odanın tahta penceresine kollarını yaslayıp bahçedeki tavuk ve ördekleri seyrederken gizlice ağladı. Hayvanların sesinin ağlama sesini bastıracağını düşündü. Sesi duyulsun istemiyordu. Acısını içine gömdü. Kapıları kapattı, artık arka odada hıçkıra hıçkıra ağlayabilirdi. Diğer kardeşleri büyüktü. Onlar kendine göre babası ile daha uzun yaşamıştı. Kardeşlerini kıskanmıyordu ama bu düşünceleride aklından bir türlü atamadı. Hiçbir şey yüzünü güldürmüyordu küçük Cemalettin'in. Babasına doyamamıştı. Yoksa bundan sonra onu hiç görmeyecek miydi? Oysa babasıyla ne güzel oyunlar oynamıştı. Beraber köyün bahçesinde tahta salıncaklara bindiği günler aklına geldi. Yüzü asıldı.
Anne altı çocukla ortada kalmış ne yapacağını bilemez haldeydi, evinin direği uzak illere çare aramaya gitmişti. Ne zaman geleceği belli değildi. Uzun sürmedi, ölüm haberi gelmişti. Genç kadın iyice yıkıldı. Zaten Cemalettin den önce doğan oğlunun acısı yüreğini parçalamıştı.
Küçük oğlan iki yaşına geldiğinde kuşpalazına yakalandı. Köyde kocakarı ilaçları ile tedavi etmek istediler. Ama olmadı bir türlü iyileşemedi. Zavallı annenin kucağında çocuk eriyip gidiyordu. Sonunda muhtarın Cipiyle çocuğu şehirdeki hastaneye götürdüler. Ama geç kalınmıştı. Genç anne hastane kapılarında iki gün bekledi. Sabahı sabah etti. Çocuğu bir türlü iyileşmedi. Sonunda yavrusunun cansız bedenini kucağına verdiler. Yüreğinden bir şey koptuğunu hissetti. Köy arabasına kadar çocuğunu kucağında taşıdı. Yardım isteyemedi, kimseye bir şey söylemedi. Acısını içine gömdü. Köyün sapağına geldiğinde arabadan indi. Yere çöktü. Çocuğunun cansız bedenine iyice sarıldı. Ellerinin üstünde çocuğuna bakarak feryat etti. Ağladı ağladı, ağladı. Bu acılarla hayat nasıl devam edecekti? Nereye baksa kocasını görüyor ölen yavrusunun masum yüzü ile karşılaşıyordu. Gururlu hayatların yaşama kattığı acımasız kurallar ağır basmıştı. Kimseye minnet etmedi. Karadeniz'in küçük bir kasabasına bağlı köyde yaşıyorlardı. Amcaları ve aile çok tutucuydu. Bir derdi olsa onlara söyleyemezdi. Sert mizaçlı insanları sevmiyordu bıkmıştı yorgundu genç kadın. Sülale çok büyük olsa da hayatın zorlukları feodal yaşamın ağlarını kırılmaz zincirlerle örmüştü. Büyük kardeşleri aklına geldi. Sıkıntılarını, dertlerini anlatsa ihtiyaçlarını onlara söylese olur muydu? Konuşmak içinden gelmedi. Zaten sülalede akrabalık ilişkileri iç içeydi. Herkesin huyu birbirine benziyordu. İçlerinde sadece ortanca amcası farklıydı, merhametliydi, insan halinden anlıyordu. Genç kadının bir sorunu olduğunda amcasının eşi vasıtasıyla derdine çare arıyordu.
Zaman hızla akıp gitti. Çocuklar boy boy büyüdü. Ortanca kıza görücü bile gelmişti. Cemalettin ablasına görücü geldiklerinde on beş yaşını bitirmemişti. Ablasının kına hazırlıkları yapılıyordu. Yakın köyden misafirler gelecekti. Oğlan tarafı kınaya geç kalmıştı. Büyük enişte sabırsızlandı, biraz asabiydi. Geç kalan dünürlere belli etmese de kızmıştı. Nerede kaldı bunlar deyip duruyordu. "Geleceklerse gelsinler misafirlere ayıp oluyor" dedi. O sırada misafirler gelirken silahlar atılıyor karşılamalar yapılıyordu. Büyük eniştenin tabancası tutukluk yaptı. Zaten asabi olan enişte daha da sinirlendi. Tabanca tutukluk yapacak zamanı bulmuştu. Üst kata çıktı. Zefiloğlu'nun sandıkta duran Fransız onlusunu almak istedi. Havaya ateş edecek karşılamalarda kendini gösterecekti. Silahı eline aldığında çalışmıyordu, yağlanması gerekebilirdi. Şarjörünü çıkarttı, taktı, tekrar çıkarttı yağladı sildi. Silahın horozunu kaldırdı tetiğe bastı. Silah patlamıştı. Şarjörü çıkarmış olmasına rağmen silah nasıl ateş almıştı? İçeride bir tane mermi kalmıştı, bunun farkında değildi, ama kurşunun nereye gittiğini anlayamadı. Büyük enişte silahı toplayıp aşağıya indi. Silah sesini duyan Cemalettin'in büyük ablası üst kata çıktı, üç aylık çocuğunu yatağın üzerine yatırmış uyutmuştu. Panikledi acaba çocuğuna bir şey mi olmuştu? Çocuğun üzerindeki örtüyü kaldırdığında merminin çocuğuna isabet ettiğini gördü. Her taraf kan içindeydi. Ne yapacağını bilemedi. Çocuğunu kucağına aldı çığlık attı. Herkes üst kata çıktı. Bir taraftan kardeşinin kına hazırlıkları yapılırken diğer taraftan başına gelen bu olay ne büyük talihsizlik. Büyük enişte ne olduğunu anlayamadı. Kına eğlencesi iptal edildi. Korkmuşlardı. Silah sesini komşuları da duymuştu. Her şeyden habersiz Cemalettin koşarak ablasının yanına geldi. Olayı öğrenince oda yıkıldı. Herkes birbirine bakıyordu. Bu kazaya bir anlam vermemişlerdi. Enişte, silah elinde öylece ortada kalakaldı. Durum anlaşıldı. Bir kasıt yoktu, büyük bir kaza olmuştu ama bu acı olayı nasıl hazmedecek lerdi? Panik halinde herkes birbirini soğukkanlı olmaya çağırırken Jandarma geldi. Çocuk annesinin kucağında cansız haldeydi. Kadınlar bir kenara çekildi. Jandarma erkekleri ve gençleri bir yere topladı. Herkesi sorgulayacağı anlaşılmıştı. Bu büyük kazayı jandarmaya hangi mazeretlerle anlatacaklardı. Herkesin şaşkın halde birbirine baktığı sırada tam sorgu başlayacaktı ki, Cemalettin ortaya atıldı. "Kazayı ben yaptım hiç kimsenin bir suçu yok" dedi. Cemalettin in bu davranışı ve suçu üzerine alması herkeste bir şaşkınlık yarattı. Ama kimseden de bir ses çıkmadı. Sorgu için karakola götürülen Cemalettin’e gerçeği söylemesi hususunda baskı yapmışlardı. Dayak attılar. Cemalettin, "ben yaptım yanlışlıkla oldu" dedi. Yetkililer bir kasıt olmadığını biliyordu ama asıl faili de çıkartmak istedi. Cemalettin’in Okulu yarıda kaldı. Lise ikinci sınıfa gidiyordu. Kendince eniştesini kurtarmak istemişti, yaşının küçük olmasının kendisini kurtaracağını düşündü. Hakim karşısına çıktığında konuşamadı. Zaten konuşma bozukluğu yaşıyordu. Heyecandan dili tutuldu. Yediği dayağın etkisini üzerinde atamadı. Hakim cezasını kesmişti. Ama bir kasıt olmaması ve yaşının da küçük olması işine yaradı. Altı yıl cezaevinde yattıktan sonra tahliye oldu. Memleketini terk etti. Dışarıdan liseyi ve daha sonrada Üniversiteyi bitirdi. Artık köyüne dönmemeye yemin etti. Ama küçük Karadeniz kasabasındaki sevdiği kızı unutamamıştı. Okul aşkıydı. İlk tanıştıklarında karşılıklı bir sevgimin olduğu anlaşılmıştı. Cemalettin bu sevginin peşinden gidememişti. Kızın adresini istediğinde adres yazılı kağıdı heyecandan elinde buruş buruş etmiş parçalamıştı. Bir daha da kızdan haber alamadı. " Bundan sonra bana sevmek yasak, ne olursa olsun ilk gördüğüm kızla evleneceğim" dedi.
Hayatını adadığı çok sevdiği oğlu Deniz'le sessizliğe gömülüp gitti…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.