Nebil ALPARSLAN

Nebil ALPARSLAN

Kar ve kefen

                                          (1. Ölüm yıldönümünde babamın anısına)

Hep merak etmişimdir.

Kefen bezinin rengi siyah değil de neden beyaz seçilmiştir?

Öyle ya, ölümün beşerî diyalektiğine göre bu renk “kara”  olmalı.

Çok sevdikleri birini kaybetmişler.

Cenaze sahipleri yaslı…

Türkülerde bile “karalar bağlamak” yok mudur ölüm için yas niyetine. Kapkara günün “kara” rengi ölüm zamanı kullanılmayacak da ne vakit kullanılacak?

Hâl böyle iken “kapkara” günde bembeyaz kefen bezi…  

Bu renk çelişkisi neyin nesi?

Sizi bilmem,  ama ben bildiğimiz “kar” ile “kefen” arasında hep bir alâka, bir benzerlik kurmuşumdur.

Kar da tıpkı “ölüm”e giydirilen kefen bezi gibi, kış başladı mı tabiatı bembeyaz bir örtü halinde sarıp sarmalar. Öyleyse kar tabiat için, donmuş su zerreciklerinden müteşekkil beyaz bir örtüden çok fazla bir anlam taşımalı. Mevsimlik uykusuna dalan, hatta bir bakıma öldü sanılan nebatat ve hayvanatı, tıpkı bir kefen gibi bürüyerek korumaya almıştır. Altında muhafaza ettikleri için müşfik bir yorgan olmuştur.

Sonra…

Sonra, dağların bembeyaz yorganı, altındaki “ana”dan yeni bir doğuş hazırlar. Kendisi erir, akar...  Altında barındırdıkları için can suyu olur. İşte bu suyla her şey, herkes, bütün nebatat, hatta hayvanat canlanır. Otlar, yapraklar, çiçekler, böcekler, her şey,  hepsi birden müstesna bir renk ve musiki cümbüşüyle hayata yeniden merhaba derler. Dünyanın bu hali, yaratılıp öldürülen, sonra diriltilen, sonra tekrar öldürülüp tekrar diriltilen, âlem den âleme geçiştir.

Ve dirilen dirilteni, her seferinde lisan-ı hâl ile tenzih, tesbih ve takdis eder.

Kar ve örttükleriyle, kefen ve sarmaladıkları arasında şeklî benzerlikten öte mana ve mahiyet uygunluğu da olmalı.

Kefenin sarıp sarmaladığı, ezelden ebede çekilen rahmanî çizginin acaba hangi noktasında? Dördüncü boyutu yirminci yüzyılda keşfeden insanlık, kefen bezindeki âlemden, beşinci, altıncı… Hatta bilmem kaçıncı boyutun sırrına nasıl akıl yetirsin? İlkbaharda kefeninden sıyrılıp bayramlığını giydikte, yeni bir hayata merhaba diyen tabiatın getirdiği mesajı okuyabildik mi ki, kefenin altındaki âleme akıl-sır erdirelim?

Eğer okumuş olsaydık, bembeyaz kefen bezine sardıklarımız için karalar bağlamazdık. Kara kara yaslar tutup, kara kara ağıtlar düzmezdik.

En azından ölümün kefene girmek olmadığını bilirdik. 

Çünkü nice “kefenli”ler vardır ki dünyadaki “diri”lere  dua makamındadırlar. Nice “ölü”ler vardır ki, kendilerini öldü zanneden “diri”lerin fani bedenleri için gözyaşı döker. Nice  “ölü”ler de vardır ki kefenlenip toprağa verilenlere, kabirleri başında  “telkin” verirler.

Kar ve kefen.

Bütün dava şu:

Karın altındakilerin lisan-ı hal ile bildirdikleri, kefen içindekilerce ne kadar anlaşılmıştır?

Hem de…

Kefene girmeye yürüyenlerce ne kadar anlaşılmaktadır.

Eğer yeterince anlaşılmadıysa, biyoloji ve coğrafyadan bize kalan, ilköğretimin dördüncü sınıfına denktir.

Oysa mevsimleri yaratan kudret, karın altındaki tabiatın sırrını, insan nesline misal getirdi. Bu sırrı gizleyen perde, karların her eriyişinde, yılda en az bir kez kaldırılıp, kurda kuşa, böceğe çiçeğe, canlıya cansıza (eğer kâinatta cansız varsa) ve bilhassa insana, hülâsa bütün mevcudata, ölüm denilen yaşam diyalektiğinin sırrını gösteriyor.

Görme organı olarak “göz”den yoksun mevcudatın gördüğü bu sırrı, yaratılışın “ilim ve sanat abidesi” olarak, dünyanın en mütekâmil kamerası olan “göz”e ve hakikatin altın anahtarı vahye sahip olan insan nesli göremiyorsa, “göz”ün şükrü nasıl olacak?

Bütün mesele mesajı iyi okumak.

Ölmeden ölmek.

Ölmeden ölmeyi başaranlara ölüm de yok, korkusu da.

Ölüm yoksa kefenin renginden kime ne?

Kalın sağlıcakla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum