Halkın sesini duymak

Gözlerimizi kapasak, kulaklarımızı tıkasak, halkın sesini işitmemek mümkün mü?

Hele şu iletişim çağı, dijital çağda.

Eskiden er veya geç bir olay, bir konu, bir haber duyulur ve yerin kulağı var, dolayısı ile hiçbir hakikat gizlenemez, sonunda duymayan kalmazdı.

İletim teknolojisinin, haberleşmenin çok hızlı olduğu günümüz dünyasında, değil kendi şehrimiz, ilimiz, ilçemiz, köyümüz... Veya ülkemiz haberlerini, dünyanın öbür ucundaki yerde. Kutuplarla ilgili bir olay anında cep telefonumuzda.

Meteoroloji günlük, haftalık hava raporlarını, ekonomi haberlerini, borsa, döviz, altın, emlak, finans haberlerini anında öğrenebiliyorsun.

Bu haberlerin yayınlandığı ismi, şirketi, kurumu belli olan mutfakla ; basın medya, yazılı ve sözlü görsel yayın yapanlar olduğu gibi, dijital yayın yapan internet gazeteliği de yaygın hale gelmiştir.

Bunlar;

Adresi, adı, kimliği belli olan yayın kuruluşları.

Gel bir de her an canlı yayın yapan ayaklı yayın organları...

Radyo istasyonları, tv kanalları var...

Her yerde rastlayabilirsin.

Çarşıda, pazarda, markette, kahvede, parkta bahçede...

Hatta hastane sıralarında, banka kuyruklarında…

Mahalle, ilçe ve şehrin ile ilgili ne haber istersen onlardan duyabilirsin.

Zaten, ücretsiz, fahri çalışan bir gönüllüler kadrosu onlar.

Salı günü Aydın'a çok güzel, bereketli yağışlar oldu. Bu nedenle Salı pazarına çıkamadım. Bir ara yağış kesildiğinde biraz yürüyeyim, bir tur atayım diye evden çıktım. Bulvarda yürürken yağmur aniden sıkıştırınca, şehrin merkezindeki bir kahveye kapak attım. Hem yağış, hem de kış günü olması nedeniyle içerisi tıklım tıklım dolu idi. Benim arkamdan emekli olduğunu tahmin ettiğim üç kişi daha içeriye girdi, bir masaya oturdu. Kahvesinin ne içersiniz sorusuna bir “somata getir” dedi. Kahveci şaşkın şaşkın bakıyor, somata ne ağabey? “Biraderim sen nasıl bilmezsin somatayı? Hiç içmedin mi? Kahveci ; "İçmedim ağabey "Oğlum, sen nasıl kahvecisin? Sen ağzın tadını bilmiyorsun!” Ben şimdi sana somatayı bulacağım dedi.

Hemen telefona sarıldı, birini aradı.

Konuşmalardan anlaşılıyor ki, onlarda maliyet, zamlar vb. sebeplerle üretemez olduğunu söylediler herhalde.

“Allah Allah, yahu nasıl somata olmaz, neden üretmez” diyerek telefonu kapattı ve ikinci bir esnafı aradı. Tamam, tamam buldum, yarın buraya paketiyle geliyor. Herkes somata içsin. İçsin de, ne olduğunu da öğrensin diye kahveciye sıkı sıkı tembihledi.

Somata muhabbetinin yanında da, masadaki diğer emekli; “Tayyib Baba, emekliye yüzde beş daha zam verdi. Maaşlar 10 bine çıktı. Epeydir ayak paça, kelle paça çorbası içmemiştim. Canım bir kelle paça istedi. Televizyonda doktorlar ha bire kolojen için haftada bir veya her on günde bir ayak paça, kelle paça çorbası için diye söyleyip duruyorlar. Hadi ben de çorba içeyim dedim. İçeyim dedim de, hesap kaç para tuttu dersiniz? Tam 120 TL, bir de su 5 TL de o. 125 TL para ödeyiverdim. Ofaya oflaya kimler gider bir daha çorbacıya diye homurdandım. Yahu biz emekliler bir çorba da mı içemeyeceğiz? Şu hayat pahalılığında ne hallere düştük diye, somatıcıya dert yanıyordu.

Dert çok vatandaşta, sen duyabilirsen veya duymak istersen.

Yan masadakiler çiftçilikle uğraştıkları portakal bahçesi olduğu belli.

Adamcağız; ya arkadaş 1 kg portakal 5 TL olur mu?

Bizim emek vererek yetiştirdiğimiz, 12 ay bakıp alın teri ekmeğimizi 1 kg portakal, 7 TL bir bardak çay parası da etmeyecek diye üreticinin dertlerini sıralıyordu.

Hani bunun mazot parası?

Nerede gübre, ilaç parası?

Sulama, bakım budama, amele işçilik parası nerede?

Çık çıkabilirsen işin içinden diyordu.

Arkadaş, ben kafaya koydum, bahçedeki portakal ağaçlarının tümünü köklenip atacağım.

Yerine yonca ekeceğim…

Kahvede kimi okey oynayan, kimi muhabbet eden, kimileri de günlük okuduğu gazete haberlerini yanındaki oturana yüksek sesle yorumluyordu, ülkenin gündemi ile ilgili olayları.

12 Ocak'ta ebedi aleme, sonsuz istirahatgaha uğurladığımız kahraman şehitlerimiz Mehmetçiklerimize acı, dramatik hayat hikayelerini yorumluyordu.

"Gitti gencecik ama kuzuları... Bak şu uzman çavuşun, şu sözleşmeli askerin evine. Kimi çadırda, kimi sıvasız veya boyasız derme çatma evlerde yaşıyormuş… Teneke çatılardan , balkonlardan sarkan bayraklar...! Bayraklarla donatılmış taziye çadırları....! İçerisine konmuş plastik sandalyeler.... Acılar içinde kıvranan ailesi...Yüreğimizi yalan sıra sıra tabutlar...! Büyük bir sabır, iman ve inanç içinde vakur bir şekilde " Vatan sağolsun " diyen analar, babalar. Gözü yaşlı bacılar, küçük çocuklar....!

Bu hüzün, bu keder hepimizin yüreklerini yakıyordu. Bu çığlık, bu sesi bütün Türkiye , bütün dünya duyuyordu....!

Çünkü;

Bu ses, halkın sesiydi.

Bu ses, Hak' kın sesiydi.

Bu sesleri duymayanlar, olayları görmeyenler ya sağır, ya da kör olmalılar diye düşündüm.

Büyük düşünür Mevlânâ'nın dediği gibi ;

"Fazla anlam yüklemeyin dünyaya,

Yarısı şükür, yarısı ssbır,

Yarısı teselli, yarısı kahır..

Kimseyi bilmeden yargılamayın.

Herkesin derdi kendine ağır.

Anlatmak ve anlaşmak için de,

Fazla yormayın kendinizi;

İnsanların yarısı samimiyetsiz, yarısı da sağır...! "

Halkın sesini yürekten duyan samimi insanları tenzih ederim.

Kalın sağlıcakla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
6 Yorum