Nevzat ARSLAN
Çanakkale, Of Gençliğim Eyvah!
Orhan Veli üstat demişti ki;
-Neler yapmadık ki şu vatan için?
Kimimiz nutuk attık,
Kimimiz öldük…
**
18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitler Günü…
Nutuk bize kaldı gibi ama ölenleri yazdığımız acı bir nutuk…
İşte bir öğle vakti gidip de dönmeden, vatan uğruna öldüler.
**
1914 yılı sonlarıdır,
Karaçakal Yaylağına gelen zaptiyeler,
Güz yurtluklarına göç hazırlığındaki aşiretten 18 genci toplamışlar.
Bozdoğan ilçesinden Çanakkale yollarına düşen bu gençlerin
Hiçbirisi evlerine dönmemiştir.
Daha öncesinde ve sonrasında onlarca genç götürülerek Çanakkale’de savaşmışlar,
Canlarını vatan uğruna feda etmişlerdir.
Geride kadınlarını, çocuklarını, yavuklularını ve sevenlerini bırakarak…
**
Yine 1914 yılı…
Deli Ağa adıyla anılan Hasan, Karaçakal Yörüklerindendir.
Çocukları olmamıştır ama onlar sevgiyle kenetlenen bir karı-kocadır.
Malı, mülkü eh daha da ne olsun,
Bir çadır, at, eşek, deve, inekleri ve keçi sürüsüdür.
Duyulur ki Hasan askere çağrılır, karısı ile vedalaşır, ver elini Çanakkale…
Bir çalılık kıyısındaki mevzilerinde üç gün düşman harp gemilerinin topları ortalığı
Tozu dumana katarak cehennemi yaşatırcasına ölüm kusmuştur.
Çalan hücum borusu ile taş ve toprakların arasından kalkmaya çalışan,
Arı kovanından çıkarcasına doğrulan askerler adeta dirilmektedir.
Hasan da üzerindeki taş ve topraklardan kurtulur, koşmaya çalışır, yıkılır.
Bir de bakar ki,
Ayağının birisi yoktur, poturunun bir yanı kıpkızıl, lime lime olmuş sallanmakta…
…….
Aylar, yıllar geçer…
Deli Hasan Ağa’dan haber gelmez.
Karısı bir başınadır çadırında, hayvanlarına bakmaya çalışır.
10 yıl olduğunda bir sabah kadıncağız çadırında ölü bulunur.
Artık Hasan’ın da öldüğüne karar verilir.
Konu-komşu, toplanır, Hasan ve karısı için mevlit okutulup dua ederler.
Mallarını eş-dost idare etmekte iken mirasçılarca paylaşılır.
En yakın akrabası Çanakkale’de savaşmış Molla Hüseyin Hoca’dır.
Hoca bir inek ve işlemeli bakır tencereyi yadigâr olarak alır.
12 yıl sonra Deli Hasan Ağa askerden çıka gelir.
Ama hasta ve de kalçadan kesik bir bacak ile…
İki cümle çıkar ağzından…
-Bacağım kopmuş, esir oldum.
Nereye götürüldüm, nereden geldim, bilemedim…
Başka da hiç konuşmaz.
Çadırını, atını, avratını, davarını sormaz.
Hep karşılara boş gözlerle bakmaktadır.
Zavallı adamcağıza Molla Hüseyin bir hafta bakar.
-Yengem öldü Hasan Dayı.
Dediğinde ise,
-Çadırıma gideceğim.
Demeye başlar.
Oysaki çadırı, davarı, her şeyi iki yıl önce paylaşılmıştı.
Donduran Köyü üzerindeki İnce Bel Dağları eteğine,
Molla Hüseyin Hoca, çadırının yakınına eski bir çadır kuruverir.
İçine bir kıl dokuma çul, keçe ve yorgan bırakır.
Hatçe Kadın sabah süt, akşam bir kap yemek taşır.
Tek bacaklı Deli ağa sürekli düşünmekte ve kahrolmaktadır,
Aradan geçen 6 ayın sonunda,
Erkeklerin ağlamadığı yıllarda,
Bir gece sabaha kadar yas tutmuş, ağıtlar yakmıştır.
Kurtlar gibi ulumuş, danalar gibi bağırmış,
Dereleri, tepeleri birbirine katmıştır.
Ağıtları Deliktaş’a çıkmış, İncirli derelerinde yankılanmıştır.
Bu ağıtlara dağların yabanılları, çakallar, yusufçuk kuşları ile köpekler de katılmış,
Adeta Deli Hasan Ağa ile birlikte yas tutarcasına boğuk boğuk ağlarlar.
Etraftaki Yörükler ile birlikte yandaki çadırında Molla Hüseyin,
Karısı Hatçe de sessizce ah! Demişlerdir.
İşte o yaslı gecenin sabahında Deli Hasan Ağanın ölüsü bulunur.
Karşıdaki Yörük İskân Mezarlığına gömülür.
Deli Ağa derlerdi adıma oy bre Hasan,
Malım, mülküm, çadırım olmuş talan,
12 yıl esaretlik az mı? Dayan ha! Dayan,
Döndüm her şey olmuş koca bir yalan…
**
Yine aynı yılda Karaçakal Yörüklerinden
İnce Mehmet’in oğlu Hüseyin ise,
Honamlı Yörüklerinden Topal Mehmet torunu Hanım kız ile evleneli üç gün olmuştur.
Birbirlerine daha doyamamışlardır bile,
Gelin-Güvey olduklarına inanamadan,
Hüseyin üçüncü günün sabahında Çanakkale’ye çağırılır.
Kardeşi Mustafa oğlan, ağabeyinin durumuna üzülür,
-Ben Hüseyin’im.
Diyerek karakola gider.
Ağabeyinin yerine geçip Çanakkale yollarına çıkmaya niyetlenmiştir ki,
Yaşından şüphelenen Zaptiye Çavuşu bu kez üç günlük güvey Hüseyin’i alır götürür.
Hanım Gelin, üç günlük kocasının arkasından sessizce ağlayıp da bakakalır.
Küçük Hanım kız, nazlı bir gelincik gibi tek başınadır, daha sonra baba evine döner.
Aradan birkaç ay geçmeden Mustafa, o gepegenç Mustafacık da savaş değirmenine çağırılır.
Yaşamı, umutları öğütülüp yok olur gider genç yaşında...
Hüseyin ve Mustafa da geri dönmeyenlerdendir…
**
Elin Japonları bizi araştırmış, teşhisi koymuş ve demiş ki;
-Sizde milli şuur yok. Çocuklarınıza milli şuur aşılamalısınız.
-Ey!
Demişiz.
-Siz milli şuur için çocuklarınıza Çanakkale’yi anlatın ve öğretin. Çanakkale’den daha iyi bir örnek bulamazsınız.
Diyerek bizi öğütlemişler.
Çanakkale Zaferinin 98. yıldönümünde ve Şehitler Gününde aziz şehitlerimizi saygı ile anıyoruz.
Ruhları şad olsun…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.