Nevzat ARSLAN
Bayram bekleyen çocuklar
Bayramları dört gözle bekleyen çocuklardık biz.
Bayramlar yanında yöremize özgü, Ramazan ve Kurban Bayramlarının ikinci günü kurulan Gencer adı verilen, panayır havasındaki eğlenceyi beklemekle geçerdi aylar, haftalar. Tek beklentimiz ya da kolayca kandırıldığımız, hatta mükâfatlandırıldığımız tek müjde, gencere gidebilmekti…
Bayramlık elbise ya da ayakkabıya sarılıp da yatmanın değerini bilen var mıdır bu nesilde? Büyüklerimiz, hele hele o yokluk hali ile yapayalnız Paşa Hanım Teyze elinde parası ve şekerle beklerlerdi biz çocukları iki basamakla aşağı inilen evinde. Bir torba bozuk paramız var iken, bozduralım diyen bir büyüğümüz tarafından tek bir kâğıt paraya dönüştürülmesinin yasını da tutardık arada bir.
Gencerde oğlanlar, mantar tabanca, düdükler, arabalar alırlar, kızlar ise, oyuncak bebelere sarılırlar, annelik provasına başlarlardı adeta. Nişanlılar belki de ilk kez gencerde yan yana, utangaçça dolaşmanın mutluluğunu tadarlardı. Bir yandan gençler, tamahımız, sevdamız dedikleri sevdiklerinin ardına takılırlar, yandan, karşıdan takip ederler, sevgilerini işaret etmeye alışırlardı. Bayram gencerinde Helvacı Musdafendi’nin dükkânından çeyrek ekmek ile helva ya da Hasan Muştucu’dan pide yemenin özlemini yaşardık.
Bayramlarda ilk kez yamasız elbise, tamir edilmemiş ayakkabı giyme mutluluğunu yaşardık. Bir giydiğimizi bir daha giymemek ne haddimize!
Koşuşturan hareketli çocuklardık biz. Sokakta, yolda oynamaktan eve girmezdik. Taa ki, babalarımızın o sert vedavudi sesini duyana dek… İki dizimizde, iki kıçımızda kocaman yamalıklar olurdu. Ben ilkokulu tek önlük ile bitirdim. Beş yılda ben mi büyümedim, yoksa önlük mü çok büyüktü de anlayamadım. Sadece siyahlıktan kırçıllaşmış, adeta beyaza dönüşmüştü. Kıyafetlerimiz bile komşu ağabeyden, abladan, büyükten küçük kardeşe kaldığı günlerdi o günler…
Sökülenin atılmayıp dikildiği, eskiyenin yamalarla kullanıldığıbir dönem… Analarımızın yamalık bohçası olurdu. Her bez parçası, düğmeler bu bohçada saklanır bazen üç-beş kadın toplanır, şimdilerde gün yapılır gibi yamalık günleri olurdu.
Bizim kargıdan atlarımız, telden arabalarımız vardı, telden direksiyonu ve de vitesi, bir de bayrak asmak. Üstelik Çok mutluyduk, hem de çok… Her yaz tatili camiye giderdik, ya da elde namaz hocası kitapları ile hem de cıvıl cıvıldık… Kindarlık filan denilmezdi. Dindardı çevremiz, dincilik, göstermelik ibadetçiler türememişti henüz. Dine, mezhebe, konu, komşuya saygılıydık. Bizler, büyüklerimizi karşılamayı, dediklerini yapmayı bir görev bilirdik.
Köyümüzde birkaç ailede radyo olurdu. Akşam saat yedi oldu mu ajans diyerek haberleri dinlemek için toplanılırdı. Önceleri radyosu olanların kocaman pilleri, evin üzerinde tellerden oluşan radyo antenleri, bir ucu toprağa sokulmuş düzeneklerden oluşurdu. Sonra ceplere girdi radyolar.
Ailelerimiz, yaz tatillerinde hayta olmasın, boş kalmasın, zanaat öğrensin diyerek ya esnaf yanına verir ya da inekleri önümüze katarak otlatmaya çıkardık. İnek peşinde koştururken, yemyeşil bir dere kıyısında bohça açıp ekmek, çökelek yerken, berrakça akan dereden, Kadife kızın tosunu ile yan yana dereden uzanarak suyumuzu içerdik. Gömgök otlar üzerinde uyur, uyanırdık, gök görmedik de değiliz. Zorluydu hayatımız, yoksuldu ailelerimiz, ezikliğimiz varsa da bundandır.
Kurtuluş Savaşının, İstiklal Marşının, Cumhuriyetin değerini bilen bir neslin evlatlarıyız biz. Milli Bayramlar özlemle beklenirdi. Kestirmeden, göstermelik kutlanmazdı bayramlar. Büyüklerimiz de bayramlara gelmek için can atarlar o gün bizler okulda yamalı elbiselerimizi ilk kez giymezdik.
Küçük şeylerle mutlu olan, Bayramları dört gözle bekleyen çocuklardık biz…
Mutlu Bayramlar!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.