Nebil ALPARSLAN

Nebil ALPARSLAN

Başlıksız bir yazı

Okuyucu ile sohbet, dinleyici ile sohbetten sanırım daha zor. Dinleyici kitlesi genelde homojen oluyor. Okuyucu ise çoğulcudur. Altmışsekiz kuşağının zıt ikizinden birinin mensubu olarak, ta o yıllardan bu güne ulusal ve yerel pek çok köşede yazdım. Pınar, Gerçek, Yeniden Milli Mücadele, Van’ın Sesi, Düşünce bunlardan bazıları. 15 yıl önce bir dostum Aydın’da yerel bir gazete çıkarmaya başladığında yazmamı teklif etmişti. Gazete kâğıt baskıydı. Bir yıl kadar da haftada bir köşesini işgal etmiştim.

Amatörce küçük denemeler dışında şiir yazmadım. Şair değilim. Şiirde sanat mı, yoksa mesaj mı önde olmalı, ya da sanat, sanat için midir yoksa ideoloji için midir tartışmalarında da taraf olacak liyakate sahip değilim. Yalnızca, Ahmet Haşim “Şiirde mana aramak, eti için bülbülü kesmeye benzer” demiş ya, bu kadarı da fazla derim. Şiir de olsa yazdıklarımızda bir mana olması gerektiğine inananlardanım. Fıkra ya da makale tarzı nesirde ise bu konunun tartışması dahi yapılmaz. Ancak sunulacak temanın çok güzel bir ambalaj içinde takdim edilmesi şart. O ambalaj da sanatın ta kendisidir.

Bu köşede yazacağımı bir dostuma söyleyince; “İyi olur hocam, 30 yıl öğretmenlik, 36 yıl avukatlık, 15 yıl siyaset. Yazacak çok şeyin birikmiştir” dedi. Ne var ki niyetim hiç de siyaset yazmak falan değildi. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olup her ama her konunun joker ukalalığına soyunmuş o kadar çeyrek aydın var ki. Gerçekten akşamları televizyon kanallarına baktığınızda her oturumda aynı isimler. Konu hukuk aynı kişiler. Konu iç politika aynı isimler. Konu uluslararası ilişkiler, ya da dış politika aynı yüzler. Hatta konu sağlık, yine aynı isimler. Yazılı basına bakıyorsunuz, bütün gazetelerin haber başlıkları dahi aynı. Bilgiler hurda, fikirler çöplükte. Söyleyeceği gerçeklerin onların bıraktıkları çöplükte heder olmasına gönlü razı olmayan gerçek bilgi sahibi kenara çekilmiş bekliyor. Ya tevazudan susuyor yahut da kirlenmekten korkuyor.

Bir yandan teknoloji ve modernizm, bir yandan bilgi kirliliği insanın duygu ve ruh dünyasını öylesine kuşatmış ki. Öte yandan uzay milyarlarca gigabaytlık sinyallerin tecavüzünde, denizler zehirli ve ağır atıkların işgalinde, atmosfer bileşimi hercümerç, yerküre delik deşik, ormanlar çöllerle takasta, mevsimler düzeni şaşırmış.

 Bu kaos ortamında insanlık kendisine nefes aldıracak dokunuşlara muhtaç. Bu dokunuşlar bazen Nasrettin Hoca’dan bir fıkra, bazen Yunus’tan bir dörtlük, Bazen Itri’den birkaç nota, bazen de Neyzen’den bir nükte olabilir.

Bütün bunların tek sorumlusu da ne yazık ki hırs, tamah, şehvet, şöhret, haz ve konforun esiri insanoğlu. İnsan bu sanal zevklerin peşinde koşarken hakikati kaybetti.

Tolstoy, “kötüler kendilerine tahammül edildikçe daha çok azarlar” demiştir. Bu sözün gerçekliği zaman ve mekân ötesi.  

Yine insan bilgi çağında bilgiyi tüketti. Üretmesi gerekirken tüketti. Üretebilirdi. Elindeki imkânlar çok fazla. Geçmişte insan bu imkânların binde birine sahipken çok bilgi üretti. Ve fikirler üretilen bu bilgiden beslendi. Demek istediğimden teknoloji anlaşılmasın. Bilgi başka bir şeydir. Bilgi ilimdir. İlim sahibi ‘Âlim’dir. Bakın etrafımıza, hatta bütün ülkeye. Âlim arayın. Gerek seküler dünyada, gerek maneviyat dünyasında fırtınadan sığınılabilecek bir liman görebiliyor muyuz? Elbette yok değildir. Ama ortalıkta görünmüyorlar, görünemiyorlar. Neden? Nedeni belli. Az yukarıda söyledim.

Peki, ne oluyor? Nereye eviriliyoruz?

İster dinlerin, ister bilimin penceresinden bakalım, kıyamet inkârı mümkün olmayan gerçek. Her düşünce sahibi bu vakayı kendi değer ölçülerince anlar, anlatır. Ama bütün anlatılarda ortak olan bir yön var ki o da şu. Kıyametin şartlarını hazırlayan da bizleriz. İnsanoğlu yani. Kıyamet, evrenin insanoğlu ile birlikte, insanoğlunun kullanamayacağı bir düzene, daha doğrusu düzensizliğe geçişi ise bunun bir sebebi olmalıdır. Evrende determinist bir düzenin hüküm sürdüğünü söylemek yanlış olmaz. Atmosferdeki ozon tabakası inceliyorsa, buzullar eriyorsa bir sebebi olmalı. Ya da balıklar kıyıya vuruyorsa, arılar kovanlarında ölüyorsa elbet sebepsiz değildir.

Dünyanın geleceğinden endişe duyan birisinin “sofradan bal kalktığında kıyamet kopacak” dediğini duydum. Sözün sahibi haksız mı? Değil bence. Arı, çiçekten çiçeğe ring yapan kanatlı âlemin sembolü. Nesli tükendiğinde bu ring sona erecek. Akabinde çiçekler âleminde tozlaşma olmayacağından sofralarımızdan bal ile birlikte meyve ve sebze de kalkacak demektir.

Diyeceğim o ki, yazacak, konuşacak çok şey var. Ama şu da bir gerçek ki “Gök kubbenin altında söylenmedik söz kalmadı” diyor ya birisi. Bu da doğru.

Gerçekten söylenmedik söz kalmadı.

Ama yapacağımız daha çoook şey var.

Güzel günlerde görüşmek üzere.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum