Nevzat ARSLAN
Bakmayın bayramların ve yeni yılların da bize geldiğine!
Liseyi devlet parasız yatılı okudum.
Yatılı okulda ki ilk gün hafızamdadır.
Amcam ve babamın ardından bakakaldım.
Babam cebime para sıkıştırırken, gülümseyerek vedalaştı.
“Gurbette anan da, baban da bu harçlık artık evlat unutma!”
Bana ayda en az bir gün sinemaya gitmemi öğütledi.
Üstelik kahveye oturduğumda gazete okumamı da söylerdi.
Çoğumuzun babası kahveye gitme falan der ama bizim rahmetli git ve gazete oku diyordu. Kim bilir belki kendi okuyamadığı için olsa gerek. Bizlere en büyük iyiliği yolu, suyu, elektriği olmayan o dağ köyündeki toprak damlı evimize, haftada iki gün gazete girmesiydi. Ortaokulu bitirdiğimde 4 devlet parasız yatılı okul kazandığımda bir arkadaşına “en büyük mutluluğum” dediğini anlattılar.
Babam okul yüzü görmemiş, 21 yaşında ölen büyük amcamızın meşe ağaçları gölgesinde kumda parmakla yazarak okuma-yazma öğrettiğini anlatır ve gülerdi.
“Bizler meşe tahsili yaptık.”
Okulda biz yatılılar, çalışkan öğrencilerdik. Yarım gün tatilde anlaşarak evlere “izinliyiz” deyip okulu ekiverdik. Bizlere uyarma cezası vermişler. Babam yine okula beni ziyarete geldi. Nöbetçi hocamızdan izin alarak yemeğe çıktık. Kahveye oturduk. Veda vakti geldiğinde usulca cebime sarı bir zarf bıraktı, beni öptü ve otobüse bindi. El salladım, cebimdeki zarfı açtığımda uyarma cezası verildiğini öğrendim, hem üzüldüm, hem de utandım.
Yine böyle sıcak bir Ağustos ayına rast gelen Ramazan başında son sınıfa başlayacağım. 40 yaşında olan babam hastalandı, başı ağrıyor, yürüyemez hale gelmişti. Dengesi de bozulmuş, ayakta duramıyor, beni yatılı okuluma gönderdiler.
Birkaç hafta sonraki Ramazan Bayramı için geldiğimde babam iyice kötüleşti. Bayramda hep birlikte, çırpınan, acı içinde kıvranan babamın başında bekleştik. Sonrasında beyin tümöründen ameliyat oldu. İyileşir gibiydi artık…
Birkaç ay sonraki Kurban Bayramı tatiline geldiğimde, ağlayarak ninem karşıladı beni. Dedem bahçenin bir köşesinde kurban kesiyor. Yarı genç, yarı çocuksu çağımda babamın acı içinde inlemelerini, çırpınışlarını o kurban bayramı gününde başucunda çaresizce ağlayarak izledik.
Biz yatılılar, her pazar sabahı futbol maçları yapardık. O yıllarda haberleşme çok zor, telefonla konuşmak bir sorun. Yeni yıla birkaç gün kalmıştı, Pazar sabahı müstahdem Fikri ağabey, elime bir kâğıt uzattı. Yıldırım Telgrafta amcam, babamın beni görmek istediğini acilen gelmemi istiyordu.
Herkes öyle midir bilmem ama ben o çağda, benim babam asla ölmez diye düşünüp aksini aklıma bile getirmek istemiyordum.
Soğuk bir Aralık ayı sonunda, büyük bir kalabalık, durmaksızın yağan yağmur altında şemsiyesiz, arabasız, yaya, babamı vasiyeti gereği, köyün dışında bir tepedeki çoban çeşmesi önünde, cenaze namazını kılıp karşı tepedeki Yörük Mezarlığına, 21 yaşında ölen amcamın yanında toprağa verdik.
Bazı evlerde yeni yıl kutlanırken biz o günlerde babamızın yasını tuttuk.
Bakmayın siz, bayramların ve yeni yılların da bize geldiğine…
Bu günler benim yüreğimi acıtır, içimi sızlatır ve ben babamı özlerim.
Gideli tam 44 sene oldu…
Siz siz olun!
Vakit geçirmeden bu babalar gününde, babanıza sarılın, geç olmadan gülümseyin, yüzünü okşayın ve koluna girin, konuşun, yürüyün, bir ağaç altında birlikte sohbet ederek çay için aman geç kalmayın...
Babalar Günü Kutlu Olsun!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.