Kemal BENLİ
Güzel Aydın, güleç yüzlü Aydınlılar!
Hani, derler ya; “ Coğrafya Kaderdir .” Aslında bu sözün çeşitli amaçlarla söylenmiş olduğuna inansam da, bir bakıma bazı gerçekleri ifade ettiğine de inanırım.
Aydın, öylesine güzel bir coğrafi konumda yer almış ki; bu coğrafi konumu Ayın’ a özel, farklı, ayrıcalıklı bir değer katmış. Aydın’ın bu farklı ve ayrıcalıklı değeri, Arkaik ve Antik Çağlardan beri biliniyormuş. Bilindiğini, o dönemlerde Aydın ve çevresinde, her 25- 30 Km.de bir kurulmuş ve aralarındaki uzaklığın bir gündüzlük zaman diliminde varılabilir olan şehirlerden ve o şehirlerin yerleşim planlarından, arkeolojik kazılar sonucunda bu yerleşim yerlerinden elde edilen eserlerden anlıyoruz.
Elde edilen bu eserler, Aydın ve yöresinde ticaretin büyük ölçüde gelişmiş olduğunu göstermektedir. Ticaretin gelişmesinde deniz yolunun önemli olduğu kadar, Aydın ve çevresinde yetiştirilen ürünlerin çeşitliliği ve niteliği de çok önemlidir.
Hepinizin bildiğiniz gibi, Aydın’ın Kuzeyinde Aydın Dağları, Güneyinde Beşparmak Dağları ve iki dağ silsilesi arasında da Büyük Menderes Nehri boyunca uzanan verimli Aydın Ovası yer alır. Eşi benzeri olmayan Aydın. Ovasından bal; dağlarından yağ akar.
İşte, bu verimli Aydın Ovasının bereketli ürünleri arasında zeytin, zeytinyağı, incir, pamuk, kestane, çeşitli sebze meyveler önemli yer tutar.
Ancak, Aydın’ın sahip olduğu bu nadide ürünler nedeni ile Aydın Ovası, her zaman sömürülmüştür. Osmanlı’nın son dönemlerinde, Avrupalı Levantenler, Aydın Ovası’nı Aydın ve çevresinde yaşayanları daha kolay sömürebilmek için bu bölgeyi İzmir Limanına bağlayan bir demiryolu inşaa etmişlerdir. Bu demiryolu, Türkiye’de inşaa edilen ilk demiryolu unvanına sahiptir.
Yazımın kalan bölümüne bir nebzecik olsun, şiirsellik katabilmek için, Aydın’ı ve Coğrafyasını konuşturmak istiyorum.
Aydın’ ı Aydın’ın kendisin den dinleyelim:
“Beni anlayabilmek için, benin sesime iyi kulak vermek, beni duymak, beni dinlemek gerek. Bunun için de çok çok okumak gerek.
Beni kim anlayabildi? Anlayabilmek için beni kim dinledi? Ben, öyle bir coğrafyadayım ki, Tanrı, tüm nimetlerini bana bahşetmiş de, gören, bilen anlayan var mı? Kuzeyimde Aydın Dağları, Güneyimde Beşparmak Dağları. Karşılıklı söyleşirler, kâh ağıtlar yakarız Aydın Ovasına bakarak, kah yanık türküler söylerleriz ağır ağır, kıvrıla kıvrıla akan Menderes Nehrine bakarak. Bazen hayıflanır, öfke ile efkârlanırız, doruklarımızı duman alır. Gah, terli alınlara ferahlık veren bir meltem olur nefeslerimiz eser Aydın Ovasına.
Derdimi dökerken ben, Aydın Dağları; dinler beni sabırla Beşparmak Dağları. Dumanlı doruklarım, kestane ormanları ile kaplı. Gider kestane Bursa' ya, şeker olur da döner Aydın'a tane tane. Yok gören beni bu dumanlı doruklarda. Bir şey musallat oldu şimdilerde bana. Kuruyorum da kimseye anlatamadım derdimi. Aha... Şu Jeotermal denen kükürtlü, kurşunlu, kobaltlı buhar var ya! O buhar beni mahvetti, kuruttu. Kükürtlü su buharı yerden çıkınca, sülfürik asit olup tepeme yağıyor, beni kurutuyor. Ama anlatamıyorum derdimi kimselere .”
“ Ben! Beşparmak Dağları daha da dertliyim senden. Ağlama!
Dünya'nın en beyaz, en üstün nitelikli feldispatı yatar bağrımda. Hemen yanıbaşında da en nitelikli kuvars bende. Ama değerimi bilmiyorlar ve beni gemilere ve trenler yükleyip bilmediğim ülkelere gönderiyorlar. Çok ucuz bir fiyata, yok pahasına satıyorlar beni. Bir de övünüyorlar : ‘Şu kadar ihracat yaptık’ diye.
Gittiğim ülkelerde beni, yoğurup işliyorlar, güzel tabaklar, kâseler, fincanlar, vazolar haline getirip ülkeme, doğduğum topraklara geri gönderip çok pahalı fiyata, kendi toprağımın, kendi ülkemin güleç yüzlü cefakâr, vefakâr insanlarına satıyorlar. Doğduğum ülkemizde bizi vitrinlere koyup sergiliyorlar. İnsanlar bize hayranlıkla bakıp satın alıyorlar. Sofraların güzel süsleri oluyoruz.
Bizde gizli güzellikleri görebilen ince ruhlu, yurtsever insanlar arıyoruz. Bizi, ülkemizde işleyin. Göndermeyin yabancı ve bilmediğimiz ülkelere. Bizim ülkemizde de var, bizi seven ince ruhlu insanlar, işleyecek, ince, zarif parmaklar.
Hüzünlü, yanık sesler yankılanır her tepemizden her kayalığımızdan. Kılıç şakırtıları, ok sesleri gelir Troya’dan Tralles’e Priene'den bir ses gider Magnezia’ya. Oradan yankılanır Nisa’ya, uzanır varır taaa Afrodisias’a .
Dinle ne diyor? Antik Çağın sanatçıları. Düşünmüşler sanki bugünleri antik çağın yaşayanları. Miras bırakmışlar bugün, gelecek insanlara. Gezip görsünler, derin bir huşu ile dolaşsınlar da kutsal mekânlarında Afrodit’in. Çünkü sizler, bugün yaşayanlar! Para kazanıyorsunuz, bizim sizlere miras bıraktıklarımızdan.
Konuşun her taşı ile ayrı ayrı Didimos’un Apollon kutsal alanının, sürün ellerinizi, korkmayın. Okşayın bizi sevgi ile ama kırmayın hiçbir taşını sütunlarımızın. .
Oturun, nasırlı ellerin yonttuğu mermer koltuklarına Afrodisias Stadion’un. Oturun da, seyreyleyin döğüşlerini gladyatörlerin.
Konuşun heykelleri ile Afrodisias’ın. Sorun kimin? Hangi emektar ellerin yonttuğunu? Hayranlık uyandıran güzellik verdiğini cansız ve soğuk mermere?
Ey duvardaki suskun taş! Söyle bana! Seni, hangi usta el yonttu? Seni yontarken ne düşünüyordu? Neler hayal ediyordu? Ne yiyip ne içiyordu? “
Aydın daha çok konuşacak. Çünkü çok dertli. Çünkü çok şey var anlatmak istediği. Ama bugünlük yeter sanırım.
Ama şu Aydın’dan kaç insan gelip gördü? Kaç kişi hayal etti? Aydın Müzesini kaç Aydınlı gezdi?
Eskiden turistler görürdük çarşı pazarlarda. Şimdi göremiyoruz. Turizm başka turist başka oldu. Turist gelir uçakla, gider oteline, orada her şey var. AVM, deniz, otel. Esnaf göremez turisti, turist göremez esnafı. Bu turizm geliri kime? Bilen varsa söylesin.
Güzel Aydın’ımızı anlatmayı, kaldığımız yerden sürdüreceğiz.
Saygı ve sevgilerimle.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.