Arılarla dans

Arılar çok gizemli yaratıktır. Orta ilçesinde çalışırken tarım teşkilatının proje gereği getirip sattığı kovanlardan altı tanede ben aldım. Tarım teknisyenlerinin çiftçi vatandaşlara verdikleri kurslar için hazırladıkları dokümanları alıp inceledim. Kovanlarıma satılan hazır mum peteklerden aldım. Tellerini geçirip kovanlara yerleştirdim. Çalıştığım ilçe arıcıları bu konuda uzmandılar. Onlardan arı oğulu aldım. Ziraatçıların yardımıyla kovana yerleştirdik. Yeni kovana alışmaları için kovanın birinci bölümü ile ikinci bölümü arasına delikli kağıt koyduk. Kağıtların üzerine sağan doğradık. Balcılar bu kokuyla arılar yeni yerlerine alışırlar demişlerdi.. Lojmanın bahçesi vardı. Ama evler arasında olduğumuzdan insanlar için tehlikeli olabilirdi. Bu nedenle öğretmenliği bırakıp yüz kovanla arıcılığa başlayan Cumali öğretmenin köydeki kovanları arasına kovanları yerleştirdik. Bir maskeli elbise aldım. Bir tütsü aleti aldım Diğer araç gereçleri aldım. İçine kağıt parçaları koyup ateşliyor sonra söndürüyordum. Ya da saman yakıp söndürüyordum. Çıkan dumanları kovanın çıtaları arasına püskürtüyordum. Arılar sakinleşiyor ve saldırmıyorlardı. Bu durum arıların beni tanımalarına kadar sürdü. Arı sahibini tanır ve ona saldırmaz demişlerdi. İnanmamıştım. Ama gerçekmiş. Arılarla yakınlaşınca ellerimin üzerinde geziniyorlar ama sokmuyorlardı. Arılar kendilerinden korkan insanı kokularından tanır ve hareket edilmese bile kendilerine kötülük yapılacak sanıyla o insanları sokmak için saldırırlarmış. Dikkatimi çeken bir şeyde, arıcıların kulaklarının arkasına beş altı kibrit çöpü koymalarıydı. Nedenin sorduğumda Arı sokunca iğnesini çıkarıp kibrit çöpünün ucundaki ilaçlı kısmı tükürüğünüzle ıslatıp arının soktuğu yere merhem gibi sürerseniz anında sızı gidiyor Şişme olmuyormuş. Arıcılar kovanlar arasında gezerken her ihtimale karşı tütsü aletlerini hazır olarak yanlarında taşıyorlardı.
Hafta sonları kovanları bıraktığım köye gidip. Cumali'nin yardımıyla kovanların kontrolünü yapmaya başladım.

Artık arı kovanlarının arasında rahatlıkla gezebiliyordum. Cumali'nin önerisiyle kovanların önünü ayrı ayrı renkli yağlıboya ile boyadım. Arı bu suretle kendi kovanından başka kovana girmiyordu. Saatlerce onların hareketlerini seyrediyordum. Bacaklarıyla getirdikleri çiçek tozlarıyla kovanını önündeki platforma iniyor ve içeri giriyorlardı.

Kovanın kapağını açtığımda iri ve uzun bir arı gördüm. Cumali'ye sorduğumda bu arının kraliçe arı olduğunu etrafında da muhafızları olduğunu söyledi. Kraliçe arı çok sıkışmayınca ve canı yanmayınca insanı sokmaz dedi. Gerçekten de kraliçe arının etrafında onu koruyan muhafız arılar vardı.

Arılar arasında inanılmayacak kadar bir iş bölümü vardı Koyduğum hazır peteğin üzerine milim şaşmadan petek gözleri inşa ediyorlardı. Yaptıkları balları bu gözlere bırakıyorlardı.
Belli gözlerde yavru arıları da iş bölümüne göre görevlendirilen bazı arılar besliyorlardı. Yavru arılar kısa süre içinde hemen palazlanıyorlardı.

Arıların Varoa denen hastalığı varmış. Cumali ilaç ismi verdi. Aldım arı kovanlarına koydum. Bu hastalığa karşı arıları koruyordu. Arıların ishal olmamaları için de ilaç koymaya başladım. Kavanozların kapağını ince ince deldim. İçine dapta ve vidaylin gibi bebeklere verilen vitamin şuruplarını kavanozlara koyup vermeye başladım. Bu işlemi özellikle hava yağmurlu olduğu zamanlarda yapıyordum. Arıların öncüleri önce arının deliğinden platforma çıkıyordu. Hava yağmurluysa içeri giriyordu. O gün kovandan dışarı çıkmıyorlardı.

Kovanlar iki katlıydı alt ve üst katlarda onar tane çıta vardı. Her çıta eğer arılar iyi çalışırsa ve havalar iyiyse iki buçuk kilogram bal alınabiliyormuş. Usta arıcılar bu çıtaların aralığını biraz açıp üç buçuk kiloya kadar her çıtadan bal alabiliyorlarmış.

Cumali'nin yardımıyla küçük çıtalardan oluşan bir kovanı da ayırdım. Bu çıtalarda oluşan hediyelik çıta ballarını tanıdıklara hediye vermeyi düşünüyordum.

Çalıştığım ilçede sahte bal yapanlar da vardı. Bunlar bu işte o kadar ustalaşmışlar ki hakiki balla bunların yaptıkları ahte balı yan yana koyduğunuzda sahte balı hakiki bal diye alabilirmişsiniz. Sahte bal yapanlar belli mevsimlerde ilçeden ayrılarak şehir şehir geziyor ve yaptıkları sahte balı satmaya başlıyorlardı. Yakalanıp adliyeye verilseler de sahte balın içinde başka kimyasal madde kullanmadıkları için tatlı niyetiyle sattıklarını söyleyip hiç bir ceza almadan yaşadıkları köylerine dönüyorlardı Yaptıkları işi öğrendim. Limon ve şekeri suyla kaynatıp ağda kıvamına getirip birazda çam veya gül esansı ekleyip süzme bal diye pazarlarda satıyorlarmış. Mevsim sonu köylerine döndükleri zaman kahvelerde başlarından geçen maceraları anlatıyorlar ve gülüşüyorlardı.. Bir gün İzmir’de semt pazarında gezerken bu köylüleri yaptıkları sahte balı satarken gördüm. Yanlarına yaklaşınca beni tanıdılar. Kaymakam bey bizi burada da mı yakalayacaksınız dediler. Hemen buradan toz olun dedim. Minibüslerine binip pazar yerinden ayrıldılar.

Bazen kovanlardan birisinin arı topluluğu azalıyordu. İki kovanı birleştirmek gerekiyordu. Birinci kovanla ikinci kovan arasına delikli gazete kağıtlarını koyup üzerine soğan doğrayıp koydum. Yirmi dört saat geçtikten sonra arılar bir birleriyle kaynaştılar ve aralarında savaş yapmadılar. Mevsim sonu kovanlarımdan çıtaları çıkarmaya başladım. Epey bal almıştım. Küçük çıtalı kovandan çıkardığım peteklerdeki balı sıyırmadım. Diğerlerini Cumali'nin süzme makinesinden geçirdim. Ufak çıtaları sızdırmadım. Onları eve götürdüm. Gelen misafirlere bunlardan ikram etmeye ve uzak yakın tanıdıklara göndermeye başladım.

Dağlarda arıcılar bu işi profesyonelce yapıyorlardı. Bunlar mevsime göre bölge bölge geziyorlardı. Arılar fazla yorulmasın diye de şeker şerbetini arı kovanlara koyuyorlardı. Yol kenarlarından belli bir uzaklığa yerleşiyorlardı. Gittikleri yerlerde tarım teşkilatına haber veriyorlardı. Ondan sonra gösterilecek yere yerleşiyorlardı. Bazı arıcılar sadece çam balı elde ediyorlardı ama geçerli olan yayla balıydı. Arı milyonlarca çiçekten topladıkları çiçek özlerini bıkmadan toplayarak peteklerine taşıyarak ballarını üretiyorlardı.

İlçede uyguladığımız proje gereği bu ilçede çiftçilere de onar kovan verdik. Hizmet içi eğitimlerini yaptırdık. Amacım bu sene aldıkları kovanlara iyi bakıp verim alan çiftçilerimize gelecek yıl onar kovan daha vermekti. Böylece kovan sayısını elliye çıkaran çiftçilerimiz için iyi bir para kazanma yolunu açmış olacaktık.

O ilçeden doğuda bir ilçeye tayinim çıkınca kovanları da eşyalarla gönderdim. Yazı işleri müdürünün babasının da kovanları vardı. Benim kovanları da bu kovanların yanına koydum. Hafta sonları gidip kovanlarımım bakımını yapıyordum. Gidemediğim zaman yazı işleri müdürümün babası benim kovanlardaki arıların da bakımını yapıyordu. Olayların çok olduğu ilçede arılarla uğraşmak bana huzur veriyordu. Onları seyrederken tüm yorgunluğumu gidiyordu. İki yıl böyle geçti. Tayinim Sivas’ta bir ilçeye çıktı. Ev eşyalarımı kamyona yüklerken kaymakamlık şoförü Hacı ya Ferit'lerin bahçesinden kovanları araçla getirmesini söyledim. Eşyaları kamyona yüklerken bir ara Jandarmaya giden yolda bir hareketlenme olduğunu gördüm. Kadınlar oraya buraya koşturuyor. Çocuklarını eve kaçırmaya çalışıyorlardı. O sırada Hacı Kamyonun yanına geldi. Ter içinde ve kıpkırmızıydı. Ne oldu “Araç nerede?” dedim. Bana kadınların kaçıştıkları yeri gösterdi. Arılar diyebildi. Anladım. Hemen maskeli gömleğimi giydim. Bir gazeteyi konu şeklinde katladım ucunu ateşledim. Aracın yanına geldim Sokakta kimse kalmamıştı. Hacı kovanları getirirken kovanlardan birinin kapağı açılmış arılar sarsıntıdan kızışınca etrafa saldırmaya başlamışlar. Elimdeki gazete duman çıkarmaya başlamıştı. Bu dumanı yiyince kalan arılar sakinleşti. Araca girdim. Kapağı sıkıca kapattım. Eşyaları yüklediğimiz kamyonun yanına geldim. Dikkatle kovanın kapaklarını kapattık. Kovanları da kamyonun arkasına yerleştirdik. Araç hareket etti. Sivas’ta gideceğim ilçede kaymakamlık yazı işleri müdürüne telefon ettim. Eşyaları indirirken kamyonun arkasında kovanların olduğunu dikkatli olmalarını söyledim.

Sivas’ta göreve başlayınca kovanları yakın köyde arıcılık yapan bir arıcı muhtarın kovanlarının yanına bıraktım. Yine hafta sonlarında gidip kovanlarımın bakımını yapmaya başladım. Arılar yolda sarsılmışlardı. İki kovan zayıflamıştı. Bunları bir kovanda birleştirdim. O yıllar kovanlarıma az bal alabildim. Nedense bu ilçede arılarım yerlerini beğenmediler. Başka yerlerde oğul yapıp uzaklaştılar. Zayıf olan kovanları da kovanlarımı bıraktığım arıcı muhtarın kovanlarına boşalttık. Aradan üç yıl geçti Son iki yıl bal alamadım. Bu sefer tayinim Trabzon'un bir ilçesine çıktı. Kovanları getirdim. İçlerinde arı kalmamıştı. Kovanlar boştu. Eşyalarla kovanları lojmana gönderdim. Gittiğim zaman lojmanın arka bahçesinde kovanları ağaçları altına koydum Artık arım yoktu. Arıcılık yapmayı bırakmıştım. Dört ay kadar geçmişti. Bir ara hanım eve girince sana bir müjdem var dedi. Kovanlardan birinin kapağının üzerine arı oğulu gelmişti. Bahçeye çıktım. Baktım Arılar iriceydi. Bunlar Kafkas arısıydı. İçeri girdim Maskeli gömleğimi giydim. Tütsü aletini hazırladım. Oğulun bulunduğu kovana yaklaştım. Bir kovanın kapağını kaldırdım. Amacım oğulu bulunduğu yerden alıp kapağını açtığım kovanın içine silkelemekti.

Kovanların arasında gezerken ayağıma spor ayakkabısı giyer pantolonumun paçalarını sıkıca bağlardım. Bu sefer aceleyle kovanın yanına geldim. Ayağımda sadece tokyo terlik vardı. Kovanın kapağındaki oğulu aldım. Diğer kovana boşaltacağım sırada arılar birden çözüldüler. Gömleğimin etrafında çılgınca dönmeye başladılar. On metre kadar uzaklaştım. Arılar oğullarına geri döndüler. Bir kere daha hamle yaptım. Kovanın üzerindeki oğulu aldığım sırada bu sefer ayaklarımın çıplak olduğunu anladılar. Ayaklarıma saldırdılar. Ayağımı soktukça havaya zıplıyordum. Uzaklaşıncaya kadar her iki ayağımı defalarca soktular. Kendimi eve attım. Hanım ne oldu dedi. Arılar soktu dedim. O da alışkındı. Aman ne olacak? Zaten seni günde beş altı arı sokuyor dedi. Sakinledim Ayaklarım sızlamaya başlamıştı. On dakika sonra dilim ağzımda büyümeye ve gözlerim görmemeye başladı. Eşim kaymakamlık şoförünü çağırdı. Araca bindirdiler. Üniversite hastanesine hızla gitmeye başladık ki İlçe sağlık ocağı doktoru Yücel'in aracı karşıdan geliyordu. İşaret verdi. Durduk. “Ne oldu?” dedi. Hanım kaymakam beyi arılar soktu hastaneye gidiyoruz dedi. Doktorun evi yirmi metre kadar gerideydi. Yücel evin bir odasını muayenehane olarak düzenlemişti. Fakir vatandaşlara ücret almadan burada bakar, gerekirse ilaçlarını verirdi. Doktorun annesi babası ve diğer doktor Faruk beni muayene odasına aldılar. Hanım Hülya hanımla oturma odasına geçti. Bu kadar tehlikenin farkında değillerdi. Faruk Yücel'e kaymakam beyi üniversite hastanesine götürelim dedi.

Yücel adamın tansiyonu düşmeye başladı. Yolda kalp krizinden kaybederiz. Biz bildiğimizi uygulayalım dedi Ben gözlerim görmüyordu Ama konuşulanları duyuyordum. Birden korkmaya başladım. Yücel bana alerjiye karşı birkaç ampulü karıştırıp iğne yaptı. Bir yandan da tansiyonumu ölçüyordu. On beş dakika kadar sonra gözlerim görmeye başladı.

Tansiyonum normale döndü Yüce bana baktı. Kaymakam bey geçmiş olsun. Atlatınız dedi. Hanıma haber verdik. Geldi. Yücel Kaymakam Bey tehlikeyi atlattı. Şimdi ona bir iğne daha yapacağız eve gidince hemen yatsın. Üzerine yorgan çekin. Bir saat sonra terlemeye başlayacak. Eve geldik. Yatağa yattım. Üzerime yorgan örttüler. Dedikleri gibi bir saat sonra terlemeye başladım. Bir yandan da titriyordum. İki saat sonra doktor durumu sordu. Kendimi iyi hissediyorum dedim. Aman dikkat edin, ayaklarınızdan kırk kadar arı iğnesi çıkardık dedi. Bu günden sonra içime bir korku geldi. Ya bir arı sokarsa ve ben komaya girersem diye kokmaya başlamıştım. Bir tedbir olarak yanımda kibrit kutusu taşımaya başlamıştım.
Bir ay sonra Mimar Sinan'ın doğduğu köy Ağırnas da onun doğduğu tarihte anma etkinlikleri vardı. Kayseri de merkez ilçede çalıştığımdan ben de gittim. Önce mevlit okundu. Sonra köy meydanında köylülerin hazırladığı yemekler yenmeye başlandı. Yemek yerken bal arısının biri aniden geldi. Elimin üzerine kondu ve soktu. Hemen geleneksel tedaviyi uyguladım. Kibrit çöpünü ağzımda ıslattım ve arını iğnesini çıkarıp soktuğu yere sürdüm. Komaya ne zaman gireceğim diye beklemeye başladım. Etrafa da belli etmemeye çalışıyordum .Aradan yarım saat kadar geçti. Bana bir şey olmamıştı. Demek alerjim yoktu. Artık arı sokmasından etkilenmeyecektim. Hemen hanımı aradım, müjde dedim. Ne oldu dedi. Arı soktu ama bir şey hissetmedim dedim. Hanım da çok şükür kaymakam bu işi de atlattın dedi.

Ben arıları yine de çok severim. Onlar beni soktular ama kabahat benin tedbirsiz davranmamdaydı. Arılar benin arım değildi. Ben onları rahatsız etmiştim. Beni sokmakta haklıydılar.

Ünlü fizikçi Albert Einstein arıların ekosistemdeki önemini "İnsanlık arılar olmadan sadece 4 yıl hayatta kalabilir" diyerek açıklıyor. Ancak, İnsan faaliyetlerinden kaynaklanan küresel iklim değişikliği ve habitat yıkımı nedeniyle dünya her geçen gün sona yaklaşıyor. Bilim insanları, bu nedenle bitkiler arasında tozlaşmayı sağlayarak ekosistemdeki yaşam döngüsünü başlatan arıların tehlikede olduğunu ve sayılarının hızla yok olduğu konusunda uyarıyor. Duruma farkındalık yaratmak amacıyla ise her yıl 20 Mayıs Dünya Arı Günü olarak kutlanıyor.

20 Mayıs Dünya arı günü nedeniyle arılarla olan maceramı hatırladım. Ben onları yine de çok seviyorum. Bahçeler arasında gezerken bir çiçek üzerinde arıyı görsem durup onların o telaşlı hallerini seyrederim. Onlara zarar vermeyecek bitkisel hastalıkla mücadele yöntemleri uygulamak zamanı çoktan geldi de geçiyor bile. Zira bereketin sigortası arı varlığımızdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.