Efendi BARUTÇU
Alimin ölümü, alemin ölümü
Türk Tarihçiliği ve Türk Milliyetçileri iki büyük değerini 19 Ağustos ve 29 Ağustos’da arka arkaya kaybetti. Değerli tarihçi, kültür adamı, hizmet adamı, devlet adamı, TC. Kültür Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Haluk Dursun’un elim bir kazada hayatını kaybetmesinin derin acısı milliyetçi vatanperver her Türk insanının yüreğini dağlarken, onu da yetiştiren hocaların hocası Prof. Dr. Mustafa Kafalı Hocamızın vefatı bu acımızı daha da katmerleştirdi. Her ikisine de sonsuz rahmet olsun, mekanları cennet, makamları ali olsun.
İnanan insanlar için “Ölüm hiçlik değil, yokluk değil, bir fani dünyadan ebedi aleme gidiştir.” Lakin insanız, eksik yaratılmışız. Gidenlerin arkasından üzülmemek elde değil. Hele de bu gidenler Türk kültür tarihçiliğinin iki zirve ismiyse üzüntümüz daha da derin oluyor. Zira insan kolay yetişmiyor.
Merhum Haluk Dursun Hocayı uzun yıllardır basından, televizyonlardan tanır ve takip ederdik. Ve gıyaben de birbirimizi iyi tanırdık. Zaten ruhlarımız da “bezm-i elest”ten tanışırdı. Kendileriyle yüz yüze ilk defa 10 Ocak 2019 tarihinde Kültür Bakanlığındaki makamında görüştük.
Görüşme sebebim Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan’ın tarihi kayıtlarda Diyarbakır Silvan’da olduğu belirtilen “Kutbet-üs Sultan” isimli kabrinin bulunmasıyla ilgiliydi. 7-8-9 Ekim 2018 tarihlerinde Diyarbakır seyahatimde bir grup arkadaşımızla Silvan’a geçmiştik. Maksadımız Sultan I. Kılıçarslan’ın kabri başında bir Fatiha okumaktı. Ama ne yazık ki Sultan’ın kabrinin yerini Silvanlılar bilmiyordu, Silvan Kaymakamı bilmiyordu, Diyarbakır Kültür Müdürü bilmiyordu. Bu büyük Selçuklu Sultanına gösterilen vefasızlık karşısında beynimizden vurulmuşa döndük.
Ankara’ya döner dönmez konuyu 15 Ekim 2018 tarihli dilekçelerle Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına, Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanına, Türk Tarih Kurumu Başkanlığına, Diyarbakır Dicle Üniversitesi Rektörlüğüne, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığına, Diyarbakır Valiliğine iadeli-taahhütlü mektuplarla bildirdim.
Bu büyük Türk hakanının kabrinin bulunması, bu mümkün olamıyorsa Silvan’da muhtemel bir bölgeye “Sultan I. Kılıçarslan’ın makamı”nın inşa edilmesi talebinde bulundum. Böylece üzerinde yaşadığımız toprakları vatanlaştıran şanlı ecdadımıza karşı bir vefa borcumuzu yerine getireceğimiz gibi, son 40-50 yıldır bütün tarihi hakikatleri inkar ederek bölgeyle ilgili hak iddia eden birtakım şaşkınlara, emperyalist devletlerin maşası bölücülere verilecek en güzel cevabın da bu olacağını ifade ettim. Yine ne yazık ki bu mektuplarıma sadece Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığından bir cevap aldım. Onlar da mezarın yerini biliyorsam gidip göstermemi istiyorlardı.
14.01.2019 tarihli cevabı dilekçemde konuyla alakalı bazı bilgi ve belgeleri ekte gönderdiğim gibi bölgeyle ilgili çalışmalar yapan değerli hocalar; Muş Alparslan Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Alican, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nden Prof. Dr. Abdurrahman Tufan Toz, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi öğretim üyesi ve rektör yardımcısı Prof. Dr. Adnan Çevik, Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Erkan Göksu Beylerden bilgi alınabileceğini belirttim.
Prof. Dr. Abdurrahman Tufan Toz Hocanın “Kutbet-üs Sultan”ın Silvan, Ribat Mahallesi Hisarönü’ndeki kabirlerden biri olduğunu fakat, gerçek kabrin bulunabilmesi için bir kazı çalışması yapılması gerekir dediğini hatırlattım. O tarihten sonra yukarıda saydığım kurumların hiçbirisinden müsbet-menfi bir cevap alamadım.
Son çare tarih, kültür, medeniyet, şehir meselelerinde hem çok donanımlı hem de bu meselelere bir kronolojik bilgi olmanın ötesinde milli tarih şuuruyla yaklaşan Prof. Dr. Haluk Dursun Hocayla görüşmeyi kararlaştırdım. Bakanlık Özel Kalemini arayarak ziyaret talebinde bulundum. 10 Ocak 2019 tarihinde Haluk Hocanın Ulus’taki bakanlık binasındaki makamında bizi beklediğini söylediler. Belirtilen tarihte gittim. Büyük bir teveccüh göstererek alâkayla karşıladı. Konuyu anlattım. Hemen Bakanlık Müşaviri Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fahri Temizyürek Beyi odasına davet ederek bu konuyu ivedilikle takip etmesini, gerekirse bir kazı izni alınarak Sultan I. Kılıçarslan’ın kabrinin bulunması için çalışma yapılmasını, buna rağmen bulunamazsa orada “Kutbet-üs Sultan”ın bir makam olarak inşası için çalışma yapması talimatını verdi.
Görüşme esnasında “Türk-İslam Ülküsü”nün büyük mütefekkiri merhum Seyyid Ahmed Arvasi Hocanın vefatının 30. yılı olduğunu hatırlattım. Cevaben ve derin bir iç çekişle “Şu günlerde Türkiye’nin Seyyid Ahmed Arvasi Hocaya o kadar çok ihtiyacı var ki…” dedi ve devamla “Ne yapabiliriz?” diye sordu. Ben de Kültür Bakanlığı olarak bir armağan kitap hazırlatılabileceğini ifade ettiğimde “Bu tür kitapları pek kimse okumuyor. Ankara’da veya İstanbul’da bir Seyyid Ahmed Arvasi Çalıştayı düzenleyelim.” diyerek yine Fahri Beye bu konuda da bir çalışma başlatması talimatı verdi.
Bakan Beyin konuya bu kadar sıcak yaklaşmasından aldığım cesaretle “Sayın Bakan, biliyorsunuz Seyyid Ahmed Arvasi Hoca Vanlıdır. Mümkün olsa da, bir de Van’da anma toplantısı yapsak.” dedim. Aynı şekilde Fahri Temizyürek Beye hitaben “Derhal Van ile temasa geçin. Bunu en kısa zamanda gerçekleştirelim.” dedi.
5 Mart 2019 tarihinde sabah 10.00’da Van Kültür Merkezi’ndeki tiyatro salonunda, öğleden sonra saat 14.00’de Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Konferans Salonunda -Ahmet Haluk Dursun Beyin himmetleriyle- bu faaliyeti gerçekleştirdik. Toplantıyı Van Kültür Müdürlüğü, Van Müftülüğü, Van Milli Eğitim Müdürlüğü, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü müştereken tertiplemişti. Oturum başkanlığını Prof. Dr. Fahri Temizyürek Bey yaptı. Konuşmacılar eğitimci Habip Arvasi Bey, Dr. Semih Uşaklıoğlu ve bendeniz Efendi Barutçu merhum Seyyid Arvasi Hocayı şahsiyeti, dünya görüşü, fikirleri, Türkiye’nin temel meselelerine getirdiği çözümler noktasında anlattık. Her iki toplantı da özellikle gençlerin büyük alâkasını çekmişti.
Tiyatro salonuna lise öğrencileri ve devlet dairelerinin müdür ve yöneticileri gelmişlerdi. Salon hınca hınç dolmuştu, merdiven aralarında bile oturacak yer kalmadığı için 100-150 öğrenci okullarına geri gönderildi. Toplantıyla ilgili sadece bir felsefe öğretmeni eğitimcinin bize, facebook sayfamıza “Valla müthiş sözler, müthiş hitabet. Öğrencilerim çok sevdi sizi.” Sözlerini nakledersem maksadın hasıl olduğu anlaşılır diye düşünüyorum.
Ayrıca daire müdürlerinden ve dinleyicilerden çok sayıda insan “Keşke bu tür faaliyetler Van’da daha çok yapılsa.”, “Keşke daha önceleri de gelseydiniz.” sözleriyle büyük dava adamı Seyyid Ahmed Arvasi’nin düşüncelerini ne kadar sahiplendiklerini ve benimsediklerini göstermiş oldular.
Haluk Dursun Beyle görüştüğümüz gün medyadan bildiğimiz ilim adamlığı ve milli tarih şuuruna sahip bir Türk Milliyetçisi olmasının yanı sıra son derece de mütevazı, kendini milli kültür davasına ve bu davayı sahiplenecek genç nesiller yetiştirmeye adamış müstesna bir vazife adamı olduğunu da müşahede etmiştik.
Son zamanlarda üzerinde ısrarla durduğu “dil-kültür birliği” çalışması maksadının ne kadar ulvî ve geniş ufuklu olduğunun göstergesiydi. Millet olma vasfının en önemli hususiyetlerinden birisinin milleti meydana getiren fertlerin ortak bir dil ve ortak bir hayat tarzı, ortak değerler etrafında kenetlenmiş olmasıyla mümkün olacağına inanıyordu. Ve bu fikrin çağdaş ilmi verilerle daha da işlenerek ve çağdaş imkanlarla geniş kitlelere ulaştırılması konusunda insan üstü gayretler gösteriyordu.
Haluk Dursun Hoca tarihçiliği sadece masa başında yapmıyor, “tarih okuyarak değil, gezerek öğrenilir” anlayışı içerisinde Anadolu’daki tarih ve kültür mirası şehirlerimizi ve eserleri bizzat yerinde görmek için arkası gelmez seyahatlere çıktığı gibi, Türkiye dışındaki kültür ve gönül coğrafyamızı da adeta adım adım dolaşıyordu. Merhum sanki ömrünün çok kısa olacağını hissetmiş, dur durak bilmeksizin tam bir adanmışlık duygusuyla Türk Milletine, Türk kültürüne hizmet gayretinden geri kalmıyordu.
Kendisine Balkanlar ile ilgili çalışmalarında Prof. Dr. Mustafa Kahramanyol Hocanın bölgeyle ilgili engin bilgisi ve “ateş tecrübeleri” denilecek çapta çok ciddi tecrübeleriyle severek yardım edebileceğini anlattım.
Aynı şekilde ömrünün son yirmi beş yılını Türkistan coğrafyasında hizmetlerle geçiren “Tanrı Dağları’nın Gözyaşları” isimli hatıratın da yazarı Özer Ravanoğlu ağabeyden bahsederek Türkistan coğrafyası ile ilgili çok derin bilgilere ve engin tecrübelere sahip olduğunu, bu anlamda ondan da istifade edilebileceğini belirttim. “Bu gibi değerli şahsiyetlerle bizi buluşturursanız çok memnun oluruz” dedi. Hatta ileriki tarihlerde bir gün kararlaştırıldı. Lakin sayın bakanın yanlış hatırlamıyorsam Bingöl’e ani bir seyahatinden dolayı bakanlık özel kalemi bizi arayıp buluşmanın gerçekleşemeyeceğini ileriki tarihlerde yeniden kararlaştırılması gerektiğini ifade etti. Araya Ramazan ayı, daha sonra sayın bakan açısından yaz aylarının çok yoğun çalışma temposu girdi. Ve ülkemiz için büyük bir kayba yol açan elim kazayı öğrendik.
İnşallah dileriz ki, Kültür Bakanlığı ve Bakanlık Müşaviri Prf. Dr. Fahri Temizyürek Bey, Haluk Dursun Hocanın “Kutbet-üs Sultan”ın bulunması ve “Seyyid Ahmed Arvasi Çalıştayı” yapılması arzularını bir vasiyet sayarak aziz hatırası hürmetine bunları gerçekleştirme konusunda bir gayretin içerisine girerler.
Vefatından sonra yazılı ve sözlü medyada yer alan Topkapı Sarayı Müdürlüğü esnasındaki odasına yuva yapan kumrulara görevden alınma pahasına el sürmeyişi hikayesi kendisinin nasıl “yüksek bir aşk ve merhamet medeniyeti birikiminden” beslendiğini gösteriyordu. Camiilerin ve binaların çatı girişlerine “kuş köşkleri”, caddelere, sokaklara, meydanlara kuş çeşmeleri ve kervansarayların içine leylek hastaneleri yaptıran bir milletin evladının başka türlü davranabilmesi de mümkün değildi.
İnanıyorum ki, Ahmet Haluk Dursun Hoca Türk vatanının bütünlüğü, Türk Milletinin birliği namına çıktığını kutlu yolda bir vazife şehididir. Hele de “Fırat’ın, Dicle’nin kuzularını çakallara yedirmeyeceğiz.” sözü var ya sadece yüksek bir merhamet duygusuna sahip bir insanın tavrı olmakla kalmayıp, şuurlu bir devlet adamının kararlılığının da ifadesi olması bakımından dikkate değerdir.
Aziz Haluk Hocam, sonsuzluğa yürüdüğünüz şu günlerde rahat uyuyunuz. Yaptığınız büyük hizmetler ve müstesna değerdeki eserlerinizle dünya durdukça hayırla yad edileceksiniz ve sevap defteriniz hep açık kalacaktır. İnanıyoruz ki aziz ruhunuz Tanrı Dağları’nda ecdat ruhlarıyla buluşacak ve mahşer gününde Hazreti Resulallah’ın Liva-ül Hamd Sancağı altında toplanacaksınız.
Yüce Rabbim biz günahkâr kullarına da af ve mağfiretiyle bu kafileye dahil olmayı nasip etsin. Ruhunuz şad, mekânınız cennet, makamınız ali olsun. Aziz Ahmet Haluk Dursun Bey…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.