Ah Eski(meyen)ler!

Evimizin önünde küçücük bir bahçemiz vardı. Toprakta belenirdik. Dizlerimiz yara bere içinde eve gelirdik. Annemiz veya babamız bu halimize umursamazdı. Özgürdük yani. Sınırlarımız yoktu. Evimizin çok ötelerine oynamaya gidebilirdik. Ama akşam olmadan evimize dönerdik. Bu gençliğimizde de böyleydi. Burnumuzdan sümüğümüz akardı da hiç umursamazdık. Özgürdük vesselam. Şimdilerde evlerinin önünde kaç kişinin bahçesi var? Kaç çocuk toprağa beleniyor. (Köy okulunda öğretmen olmama rağmen onların bile toprağa belenmediğini görmek beni üzüyor.) Nasıl ki çiçekleri saksılara hapsettiysek, çocukları da beton binalara hapsettik. Belli kalıbın dışına çıkarmaz olduk. Çocuk ağzını açsa, hapşurdu diye hastaneye koşturuyoruz. Ver ağrı kesici, ver antibiyotik… şunu yeme, bunu giyme, ıslak mendilini kullan, çok koşma, üstünü toz etme… hapishane hayatı yaşıyorlar. 

Genç olduk. Sevdiğimize dokunmak ne demek! Bize yakışmazdı. Zira ona ancak helalimiz olursa dokunabilirdik. Aşkı uzaktan yaşadık yani. Ama adam gibi sevdik. Kalbimizden silmedik. Aşkı kalpten aşağı düşürmedik. Belden aşağı hiç düşürmedik. Ya şimdilerde aşk ne anlama geldi, bir düşünsenize. Sosyaldik. Cemiyetin içindeydik. Belki internette, paylaşım sitelerinde binlerce arkadaşımız yoktu ama akrabalarımız ve dostlarımız bize bir ordudan daha kuvvetli gelirdi. Sadakat içindeydik. Kılık kıyafetimiz, saygı sevgimiz, duygumuz, kaygımız.. her şeyimiz ölçülüydü. Şimdi böyle olmamasının müsebbibi de biziz biliyorum. Ama bunca değişime rağmen direniyorum. Kardeşinizi ziyarete gittiğinizde, yeğeninizin odasından çıkmayıp, hoş geldin amca veya dayı veya hala veya teyze dememesi sizi üzmüyor mu?

Gençlerin eş seçerken kriterleri sadece işine ve güzelliğine bakması; anne babaya bile danışmadan, tanıştık ve kaynaştık diye gelmesi ve istemesi sizleri üzmez mi? Babamın yanında nişanlımın yüzüne bakamamamı hatırlıyorum. Abartılı bulabilirsiniz ama şimdikilerin yanlarında sarılıp öpüşmelerini görünce ne iyi yapmışım diyorum.

Kıskançlıklarımız vardı bizim. Bir kıskanışımız sevgililer günü, şu günü, bu gününden daha değerliydi. Sevildiğimizi bilirdik. Dedemle ninemin odalarında sabah ezanlarına kadar sohbet ettiklerini söylerdi babam. Şimdilerde öyle miyiz acaba? Eve gelmelerimizin heyecanı vardı. Yani büyüyünce de akşam olmadan evde olmaya çalışırdık. Sıcak karşılamalar, beraber yemek yemeler, uzun kış gecelerinde uzun uzun muhabetlerimiz vardı. Yani televizyon veya internet yoktu.

Yaşlılarımız vardı. Başımızın tacıydılar. Onları ziyareti ganimet bilirdik. Dualarını almak için kırk takla atardık. Dudaklarından çıkacak bir söze bakardık. Ya şimdi yaşlılarımız ayak bağı gibi mi görünüyor ne?

Velhasıl dolu doluyduk. Ölülerimiz vardı. Cuma günleri, bayram günleri ziyaretine gittiğimiz. Dualar ettiğimiz. İbretler aldığımız. Şimdi de bitmeyen heveslerimiz var. Hırslarımız var.

Belki geçmişe bakınca, zorlukları hatırlayınca diyeceksiniz ki:  çok şeyimiz yoktu, az şeyimiz vardı. Bence çok şeyimiz vardı. Kimselerde, başka milletlerde olmayan çok şeyimiz vardı.

O çok şeyi öldürmemek için direnmeli, bir kuşak öncesiyle, bir kuşak sonrası kopmamalı. Yoksa bizi bizden koparırlar da, iş işten geçmiş olur.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum